AB’ye Katılım Sürecinde Türkiye, Multi-Kulti Merkezinde yapılan konuşma, Essen, 28 Şubat 2008

AB’YE KATILIM SÜRECİNDE TÜRKİYE 

TBMM AB Uyum Komisyonu Başkanı

Dışişleri Eski Bakanı

Yaşar YAKIŞ

tarafından Multikulti Merkezi’nde yapılan konuşmanın metni

Essen, 28 Şubat 2008

Sayın Hanımefendiler, Beyefendiler,

Multikulti Merkezi gibi çok-kültürlülük konusuyla yakından ilgili böyle prestijli bir platformda sizlere hitap etmek imkanı bana sağlandığı için çok memnunum. Öte yandan, çok-kültürlülüğün adeta prototipi haline gelmiş olan Türkiye’den geliyorum. Osmanlı mirası nedeniyle Türkiye tam bir kaynaşma kazanıdır. Bir de üstüne üstlük, ben 300 000 nüfuslu küçük bir seçim bölgesinin Milletvekiliyim ve bu küçük seçim çevresinde 23 dil konuşuluyor. Yani siyasi faaliyetlerimde çok-kültürlülükle iç içeyim. Ayrıca kendim de çok-kültürlü bir aileden geliyorum.

Bu konuşmamda, size, Türkiye’nin AB’ye katılım süreci hakkında kısa bilgiler vermek istiyorum ve sizlerden gelecek soruları cevaplandırmak için daha fazla zaman ayırmak istiyorum.

Türkiye, henüz küreselleşme rüzgarı şimdiki kadar güçlü esmeye başlamamışken, 1950 li yılların sonlarında, bir evrensel değerler topluluğu olarak gördüğü, o tarihteki adıyla Avrupa Ekonomik Topluluğu’na katılma kararı vermiştir. Çünkü Türkiye de o evrensel değerleri paylaşıyordu ve o değerleri kendi toplumuna yaymak için büyük bir çaba sarf ediyordu. Türkiye, halkının çok büyük bir bölümünün Müslüman olmasını, Batı topluluğuna katılmak için bir engel olarak görmüyordu. Çünkü, halkının çoğunluğu Müslüman olmakla birlikte Türkiye, İslam aleminde laikliği bir anayasal rejim olarak benimseyen tek devlettir.

Türkiye’nin AB’ye katılım sürecinin belli başlı aşamaları

Türkiye’nin AB’ye katılım sürecinin belli başlı aşamalarını şöyle özetleyebiliriz:

–         Türkiye o zamanki adıyla Avrupa Ekonomik Topluluğuna (AET) üye olmak için 1959 yılında başvurmuştur.

–         1963 yılında AET ile bir ortaklık anlaşması imzalamıştır. Bu anlaşma hazırlık, geçiş ve nihai aşamalardan sonra Türkiye’nin tam üyeliğini öngörmektedir.

–         Türkiye 1987 yılında AB’ye tam üyelik başvurusunda bulunmuştur.

–         1996 yılında Türkiye ile Avrupa Birliği arasında bir Gümrük Birliği kurulmuştur.

–         1999 Helsinki AB Konseyi’nde Türkiye’nin adaylığı resmen tescil edilmiştir.

–         2002 Kopenhag AB Zirvesi’nde,  “2004 yılındaki Avrupa Zirvesi’ne kadar Türkiye Kopenhag Siyasi kriterlerini yerine getirdiği takdirde” üyelik müzakerelerinin başlayacağına verilmiştir.

–         17 Aralık 2004’te AB Konseyinde, Türkiye’nin Kopenhag Siyasi Kriterlerini yeterince yerine getirdiği açıklanmış ve katılım müzakerelerinin 3 Ekim 2005’te başlaması kararlaştırılmıştır.

–         13 Ekim 2006 tarihinde tarama süreci bütün fasıllarda tamamlanmıştır.

–         12 Haziran 2006’da, daha bazı fasıllarda tarama süreci devam ederken,  Bilim ve Araştırma faslında müzakereler açılmış ve ayni gün geçici olarak kapatılmıştır.

–         2006 Haziran ayında “Bilim ve Araştırma” faslında müzakereler açılmış ve geçici olarak kapatılmıştır.

–         2007 Mart ayında “İşletme ve Sanayi Politikası” faslı,

–         2007 Haziran ayında da “İstatistik” ve “Mali Kontrol” fasılları müzakerelere açılmıştır.

–         2007 Aralık ayında “Tüketicinin ve Sağlığın Korunması” ve “Trans-Avrupa Şebekeleri” fasılları müzakerelere açılmıştır.

 

Böylelikle şubat 2008 sonu itibarıyla 7 fasılda müzakereler açılmış ve bunlardan biri de geçici olarak kapatılmış durumdadır.

Slovenya Başkanlık döneminde, yani 20207 yılının birinci yarısında, birkaç faslın daha açılmasını beklemekteyiz.

Bu aşamaları böyle teker teker saymamın nedeni, Türkiye’nin AB’ye giriş sürecinin, yeni ortaya çıkmış bir konu olmadığının altını çizmek içindir.

Türkiye’nin üyelik başvurusundan bugüne kadar geçen uzun süre, AB üyesi ülkelere bu süreci iyice anlamalarına, değerlendirmelerine ve kavramalarına bol bol yetecek zaman bırakmış olmalıdır. Böylelikle hiçbir ülkenin, “Durup dururken şimdi de Türkiye’nin AB üyeliği konusu nereden ortaya çıktı?” diye düşünmesinin makul bir izahı yoktur.

Bu uzun süreç, öte yandan Türkiye’ye de bu üyeliğin gereklerini yerine getirmek için yeterli zaman vermiştir. Türkiye bu süreç içinde büyük reformlar gerçekleştirmiştir. Toplumun siyasi, ekonomik ve sosyal standartlarını daha üst düzeylere çıkarmak, demokrasimizi güçlendirmek, temel hak ve özgürlükleri yaygınlaştırmak amacıyla 1999’dan bu yana üç anayasal değişiklik ve sekiz reform paketi benimsenmiştir. O tarihte AB’nin Genişlemeden sorumlu Komiseri olan Sayın Verheugen, 2004 yılında, “Türkiye’nin son sekiz yılda gerçekleştirdiği reformlar, son 80 yılda gerçekleştirdiği reformlardan daha fazladır” demişti.

Daha sonra, Dokuzuncu Reform Paketi adıyla 2006 yılı nisan ayında bir paket daha açıklanmıştır. Bu sonuncu paket  Özel Öğretim Kurumları Kanunu, İskan Kanunu ve Askeri Mahkemeler Kanununa ilişkin kanun tasarıları ile taraf olunan bazı uluslararası sözleşmeleri kapsamakta olup, keza paket kapsamında yer alan idari yargı, siyasetin finansmanı, Siyasi Etik Komisyonu kurulması gibi konularda ilgili kurumlarca yapılan çalışmalar devam etmektedir.

            2007 yılının ortasında da Türkiye, AB’ye katılım sürecini daha uzun vadeli bir perspektife oturtmak suretiyle kendisine 7 yıllık bir yol haritası çizmiştir. Bu yol haritasını içeren belgenin başlığı “Türkiye’nin AB Müktesebatına Uyum Programı, 2007-2013” tür. 400 sayfadan fazla olan bu belgeyle Türkiye, hangi AB müktesebatına uyum amacıyla hangi birincil veya ikincil mevzuatı hangi tarihe kadar gerçekleştireceğini ayrıntılı biçimde ortaya koymaktadır. Böylelikle 2013 yılının sonunda AB Müktesebatını yüzde yüz uyumu hedeflediğini de açıklamış olmaktadır.

Türkiye’nin AB’ye katılım yolunda neler yaptığını özetledikten sonra şimdi başka bir konuya döneceğim:

Türkiye’nin AB’ye üyeliğinin AB’ye ne yararı olur?

Almanya Avrupa Birliğinin sıradan bir üyesi olsa idi, Türkiye’nin AB’ye üyeliğinin Almanya’ya sağlayacağı yarar Almanya’yı o kadar yakından ilgilendirmeyebilirdi. Fakat,  Almanya AB’nin en önemli lokomotiflerinden biri olduğu için bir bütün olarak AB’ye sağlanan yarardan en büyük payı alacak olan ülke  Almanya’dır.

Türkiye’nin AB’ye katılmasının sağlayacağı yararlardan önemli olan bazıları şöyle özetlenebilir:

a)      Türkiye’nin jeo-stratejik konumu

Türkiye’nin dünya coğrafyasında işgal ettiği yer, onu küresel sorumluluklar yüklenecek hiç bir devletin görmezlikten gelemeyeceği bir konuma getirmektedir. Çünkü Türkiye, Balkanlar, Orta-Doğu, Kafkaslar ve Karadeniz havzası gibi kuvvet dengelerinin kırılma noktasında yer almaktadır. Bu bölgelerden her biri de ön görülemeyecek kadar uzun bir süre boyunca dünyanın gündeminde kalacak bölgeler olarak görünmektedir. Avrupa Birliği veya Almanya, bu bölgelerde Türkiye ile işbirliği yapmadığı takdirde bir varlık gösteremez demek istemiyorum. Bu abartılmış bir iddia olur. Ancak, aşırı tevazu göstermeksizin şunu da söylemek gerekir ki, Avrupa Birliği, Türkiye’nin işbirliğini garanti ettiği taktirde, bu bölgedeki varlığını, daha kolay, daha etkili, daha az masrafla, daha az insan kaynağıyla ve daha az sıkıntıyla hissettirebilir.

b)      Enerji kaynakları

Orta-Doğu ve Körfez bölgesi dünyadaki enerji kaynaklarının esasen en önemli  bölümünü teşkil etmekte idi. Şimdi buna bir de Hazar havzası eklenmiştir. Her iki bölgenin istikrarlı olmasında Türkiye önemli roller yüklenebilecek durumdadır. Bu, hem her iki bölgeye de komşu olmasından, hem de istikrara katkıda bulunabilecek olanaklara sahip olmasından kaynaklanmaktadır.

Öte yandan Almanya Baltık Denizi yoluyla Rus doğal gazını tedarik etmek suretiyle, Rusya’dan gelecek doğal gaz konusunda Rusya ile öteki ülkeler arasındaki ikili anlaşmazlıklardan etkilenmeyebilir. Ancak, enerji tedarikinde güzergahların çeşitlendirilmesi kadar, enerji  kaynaklarının çeşitlendirilmesi de önem arz eder. Türkiye’ye Azerbaycan’dan, İran’dan ve Mısır’dan gelen doğal gaz ve Irak istikrara kavuşunca oradan gelebilecek doğal gaz, Avrupa için önemli bir alternatif kaynak teşkil etmektedir.

c)      Türkiye’nin askeri gücü.

Başta Balkanlar ve Kafkasya ve Orta-Doğu olmak üzere, dünyada Avrupa Birliğini yakından ilgilendiren istikrarsızlık bölgeleri mevcuttur. Bu bölgelerde istikrarı sağlamak çeşitli araçlar yanında askeri güce de ihtiyaç göstermektedir. Türkiye, bugün Kosova’da, Afganistan’da, Bosna-Hersek’te, Somali’de, Hebron’da, Lübnan’da uluslararası camia ile işbirliği halinde asker bulundurmaktadır. Afganistan’daki NATO birliklerinin iki kez liderliğini üslenmiştir.

NATO’da ABD’den sonraki ikinci büyük askeri gücüne sahip olan Türkiye’nin bu tür yerlerde yüklenebileceği önemli görevleri kolay kolay başka bir ülke yüklenemez. Fransa’nın eski Cumhurbaşkanı Sayın Chirac, 2004 AB zirvesinden önce Türkiye’nin oynayabileceği bu rolü şu sözlerle dile getirmişti: “Eğer Avrupa Birliği bir Serbest Ticaret Bölgesi olarak kalacaksa, Türkiye’yi kendi arasına üye olarak almasına ihtiyaç yoktur. Ancak AB, küresel sorumluluklar da yüklenmeyi öngörüyorsa, onu Türkiye olmadan yapamaz”. Sayın Chirac’ın bu belagatli ve veciz ifadesine benim ekleyebileceğim hiçbir şey yok.

Belki daha az bilinen bir husus, Türkiye’nin gerek siyasi, gerek stratejik bakımdan giderek önemi artan ve daha iyi anlaşılan “yumuşak güç”  açısından önemidir. Özellikle bulunduğu bölge hakkında yüzyıllara dayanan bilgi ve tecrübe birikimi, hemen bütün çatışma bölge ve noktalarında, taraflara erişimi, bölgedeki güvenilirliği, Türkiye’ye anlaşmazlıkların çözüme kavuşturulmasına değişik şekillerde katkıda bulunabilme imkanları sağlamaktadır. Türkiye’nin Arap-İsrail anlaşmazlığında, öteki ülkelerin yapamadığı şeyleri başarması bu özelliğinden kaynaklanmaktadır.

d)      Medeniyetler-arası diyalog

Huntington’un “Medeniyetler Çatışması” adlı kitabını yazmasından ve özellikle New York’taki 11 eylül saldırılarından sonra İslam dünyası ile Hıristiyan dünyası arasındaki kırılma hattı genişlemeye başlamıştır. Türkiye’nin AB’ye girmesi, Doğu-Batı yakınlaşmasına hizmet edecek, çağdaş değerlerin Türkiye’yi çevreleyen  bölgelerde yaygınlık kazanmasına zemin hazırlayacak ve İslam alemine çok güçlü bir mesaj gönderecektir. Bu mesajın en önemli boyutu İslami değerler ile üniversel değerleri bağdaştırabilen bir ülkenin Avrupa Birliğine üye olabileceği mesajıdır.

e) Türkiye’nin ekonomik büyüklüğü

Türkiye halen dünyanın onyedinci büyük ekonomisi, AB’nin altıncı ticaret ortağı olup önümüzdeki  10 yılda Birliğin altıncı büyük ekonomisi olması beklenmektedir. 70 milyonluk böyle bir ülkenin AB sanayii için ne kadar büyük bir Pazar olduğunu takdir edersiniz.

Türkiye’nin üyeliği, AB şirketlerinin Orta Doğu ve Orta Asya piyasalarına erişim kazanmalarını kolaylaştıracak, genç nüfusu, AB’nin özellikle ekonomik  dinamizmini korumasında hayati rol oynayacaktır.

f) Almanya’nın özel durumu

Almanya, Türk kökenli yabancıların en çok sayıda bulunduğu ülke olması nedeniyle, bu bağlamda öteki AB ülkelerinden farklıdır. Türkiye AB’ye girse de girmese de Almanya’nın Türkiye ile ilişkileri çok boyutlu bir ilişkiler manzumesi olarak kalaclaktır. Türkiye’nin AB’ye üyeliğinin bu ilişkiler manzumesine ekleyeceği pek az yeni unsur vardır.

Almanya’daki bazı siyasi partilerin Türkiye’nin AB’ye üyeliği konusunda farklı düşünceleri olabilir. Biz onları Türk düşmanı olarak görüyor değiliz. Sadece eksik bilgilerle kamu oylarını yanlış yönlendirmelerine karşı çıkıyoruz. Türkiye tüm koşulları yerine getirmeden AB’ye katılacak da değildir. O koşulları yerine getirdiği zaman dünyanın dengelerinin nasıl olacağı, Türkiye’nin bu dengelerde oynayabileceğin rolün neler olabileceği bilinmeden, daha bu günden, o tarihte verilecek bir karar için olumsuz bir tavır takınmak bize gereksiz bir acelecilik olarak görünmektedir.

Irak’taki gelişmelerin nasıl bir seyir izleyeceği belli değildir; İran’ın uranyum zenginleştirme proğramının nereye varacağı bilinmemektedir: Lübnan’ın, Arap-İsrail anlaşmazlığının nereye varacağı belli değildir; Türkiye’nin bu bölgede istikrarın sağlanmasına nasıl katkılarda bulunabileceği belli değildir. Bu katkının AB için ne kadar önemli olacağı belli değildir. Bu kadar bilinmez varken, bazı AB üyesi ülkelerin daha uzun yıllar sonra verilmesi gerekecek bir kararın şimdiden yolunu kesmeleri bize makul görünmemektedir.

Türkiye AB’ye neden katılmak istiyor?

Cumhuriyet Türkiye’sinin kendisi bir çağdaşlaşma projesidir. Osmanlı Devleti zamanında başlayan çağdaşlaşma hareketleri en yüksek noktasına Cumhuriyetin ilan edilmesiyle ulaşmıştır. Fakat bir yandan 1920 lerde gerçekleştirilmesi zor olan reformlara şimdi devam etmek için, öte yandan da dünyada her alanda kaydedilen gelişmelere ayak uydurmak için Türkiye, çağdaşlaşma sürecine hem devam etmeyi, hem de bu süreci, geri dönülemez kurumsal bir çerçeveye oturtmayı hedeflemektedir. Avrupa Birliği bu amaca en çok uyan kurumsal çerçevedir. Avrupa Birliği katılım projesinin Türk halkından büyük destek görmesinin nedeni de budur. Türk halkı, 18. yüzyılında başlayan çağdaşlaşma sürecinin  sekteye uğramadan devam etmesini arzu etmektedir.

Ayrıcalıklı ortaklık bir seçenek midir?

Almanya ve Fransa başta olmak üzere bazı ülkelerde Türkiye’ye tam üyelik yerine AB içinde “ayrıcalıklı ortaklık”  adı verilen bir statü verilmesi yolunda görüşler serdedildiğini biliyorsunuz.

Türkiye’nin gündeminde böyle bir seçenek yoktur ve böyle bir konunun gündeme getirilmesine karşıdır. Çünkü, Türkiye Avrupa Birliği ile bir gümrük birliği içindedir. Müzakere eden ülke sıfatıyla da birçok katılım öncesi fonlardan yararlanmaktadır. Bu statü, herhangi bir ayrıcalıklı ortaklık statüsünden daha ileridir. Bazı ülkelerin AB’ye tam üye olmalarından sonra bile gümrük birliğine hemen girmedikleri hatırlanacak olursa Türkiye bu açıdan tam üye ülkelerden dahi daha ileri konumdadır.

Bu nedenle, bazı AB ülkelerindeki çeşitli siyasi partilerin dış politika konularında benimsedikleri çizgi yönünde politika yürütmelerini saygı ile karşılıyoruz; ancak bunun, uluslararası ilişkilerin en temel ilkelerinden biri olan ahde vefa (Latince deyimiyle pacta sund servanda) kuralına aykırı biçimde uygulanmasını kabul etmiyoruz. Federal Şansölyö Sayın Angela Merkel, büyük devlet adamlığı vasfını bu konuda da göstermiş, ahde vefa kuralına uymuş, lideri olduğu CDU/CSU bünyesinde bu politikayı sürdürmekle beraber seçim kampanyası sırasında dile getirdiği “ayrıcalıklı ortaklık”  önerisinde ısrarını AB forumlarında sürdürmemiştir. Halen de partisinin bu konudaki tutumu ile Federal şansölye olarak sorumluluğunu özenle birbirinden ayrı tutmaktadır. Bu örnek davranışının başka ülkelerdeki siyasi liderlere de esin kaynağı olmasını diliyoruz.

Konuşmama burada son veriyorum. Beni dinlediğiniz için hepinize teşekkür ediyorum.

Yazar Hakkında

Benzer yazılar

Yanıt verin.

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.