Wikileaks İfşaatı ve Diplomatların Başkentlerini Bilgilendirme İşlevleri, Ankara Üniversitesi Politik Psikoloji Derneği, Ankara, 21 Ocak 2011 (metin ve Power Point)

WİKİLEAKS İFŞAATI VE DİPLOMATLARIN BAŞKENTLERİNİ BİLGİLENDİRME İŞLEVLERİ

Ankara Universitesi, Politik Psikoloji Merkezi,Ankara, 11 Ocak 2011

Sayın Rektörüm, Değerli Hocam, Değerli Katılımcılar,

Hepinizi saygı ve sevgiyle selamlıyorum.

Giriş

Ankara Üniversitesi bünyesinde bağımsız bir konu olarak ele alınan Politik Psikoloji, toplumsal bilimler açısından son derece önemli olduğu halde Türkiye’de şimdiye kadar pek anlaşılamayan veya anlaşıldığı halde önem verilmeyen bir konudur. Hele Algılama ondan da daha önemli bir konudur. Değerli hocalarımız, açılış konuşmalarını yaparken bu konunun üzerinde önemle durdular.

Ben, Wikileaks sızdırmaları hakkındaki bu konuşmam sırasında Algılama’nın bir başka yönü üzerinde duracağım. Hocalarımız, bizim bir şeyi algılayabilmemiz için neler yapmamız gerektiğini izah ettiler. Wikileaks belgelerinde ise bizim yabancılar tarafından nasıl algılanmakta olduğumuz anlatılıyor. Böylelikle yabancı diplomatlar tarafından nasıl algılanmakta olduğumuzun önemi ortaya çıkıyor. Toplumsal bilimlerde İngilizce tabiriyle “Perception is the reality” diye bir kavram vardır. Bunu Türkçeye şöyle çevirebiliriz: Gerçek olan algıdır. Yani gerçeğin nasıl olduğu önemli olabilir ama sizin için daha önemli olan o gerçeği sizin nasıl algıladığınızdır. Çünkü siz, gerçeği nasıl algılamış iseniz ona göre hareket edersiniz. Siyasi hayattan bir örnek vermek gerekirse, seçmenin davranışı ile bu kavrama biraz daha açıklık getirebiliriz. Bir seçmen sandık başına gittiği zaman belli bir siyasi parti hakkında bir algısı vardır. O siyasi parti gerçekte tam o şahsın algıladığı gibi midir, değil midir, o şahıs için önemeli olan bu husus değildir. O şahıs söz konusu partiyi nasıl algılıyorsa onun için önemli olan odur ve oyunu o algısına göre verecektir.

Bu kuralı uluslar arası ilişkilere uygulamak istersek şu örneği verebiliriz: Bir devlet, başka bir devleti kendisine karşı tehdit olarak görüyorsa önlemlerini ona göre alacaktır. Söz konusu devletin gerçekte tehdit ediliyor olması şart da değildir.

Buradan hareket ederek Wikileaks belgelerine gelelim. Türkiye’nin ABD tarafından veya ABD’nin Ankara’daki Büyükelçiliği mensupları tarafından nasıl algılandığını bu telgraflardaki sızdırmalardan veya beyanlardan öğreniyoruz. Bizi doğru algılayıp algılamadıkları konusu üzerinde fazla durmaksızın, bizim kendi kendimize şunu söylememiz gerekir: “Demek ki bizi böyle algılıyorlarmış”. Bizim nasıl olduğumuzu kendimiz biliyoruz,  ama karşınızdaki ülke sizin gerçekte nasıl olduğunuza göre değil, sizi nasıl algıladığına göre hareket edecektir.

Wikileaks sızdırmalarının Genel Çerçevesi

Şimdi Wikileaks sızdırmalarının genel çerçevesini çizmeye çalışacağım. Yani toplam olarak kaç belgeden bahsediyoruz? Bunun ne kadarı açıklanmıştır? Bunlardan ne kadarı Türkiye ile ilgilidir? Türkiye ile ilgili olanların toplam belge sayısı içindeki oranı nedir?

Wikileaks’çilerin beyanlarına göre ellerindeki toplam belge sayısı 252 287 imiş. Ben bu konferansın metnini hazırladığım tarihe kadar açıklanmış belge sayısı 2 530 idi. Her gün yeni belgeler açıklandığı için bu sayı sürekli olarak artıyor, ama bugüne kadar açıklanan belgeler toplam belge sayısının yüzde birini teşkil ediyor. Yani bu konferans sırasında yapacağımız değerlendirmeler, bütünün yüzde biri üzerinden yapılmış olacaktır. Aslında doğru bir yargıya varabilmek için çok daha yüksek oranda belgeyi görmüş olmamız gerekir.

Bu 252 bin telgrafın içinde, gizlilik dereceli olanlar 97 000 dir. Demek ki gizlilik dereceli belgeler toplam belgelerin yüzde 40 ından azdır. Başka bir deyişle belgelerin yüzde 60 ından fazlası gizlilik dereceli değildir. Yani bu belgelerin açıklanmış olmasına sızdırma denemez. Çünkü bu belgeler açık kaynaklardan toplanmıştır ve içinde ABD Büyükelçiliklerinin veya makamlarının herhangi bir sübjektif değerlendirmeleri yoktur. Bu rakamları ve oranları bilirsek ifşaatın boyutlarını gözümüzde daha doğru canlandırabiliriz.

Telgrafların bir kısmı çok eski tarihlere aittir. Aralarında 1966 yılına kadar gidenler de var. Fakat Türkiye ile ilgili en eski belgenin –en azından şimdiye kadar yayınlananlar arasında- 2002’ye kadar gittiğini görüyoruz.

Türkiye’den giden telgraf sayısı, ABD’nin yurt dışındaki temsilcilikleriyle yazışmasında en büyük yekûnu teşkil etmektedir. En büyük dediğimiz zaman da öyle % 20, % 30 gibi büyük bir rakam düşünülmemelidir. Türkiye’den giden telgrafların toplam yazışma içindeki yeri binde üç civarındadır. Görüldüğü üzere bu, büyütülecek bir rakam değildir. Ama her şeye rağmen en önde olduğumuz ortaya çıkıyor. ABD’nin yurt dışında galiba 260 kadar temsilciliği var. Her temsilcilikten Vashington’a eşit sayıda telgraf gidiyor olsa idi, her temsilcilikten 970 telgraf gitmesi gerekirdi. Türkiye’den 8 000 civarında telgraf gittiğine göre ortalamanın 8,5 katı daha fazla telgraf gittiği anlaşılıyor.

Gizlilik konusunda değerlendirme yapabilmek için, belgelerin gizlilik dereceleri konusunu da biraz açmak gerekir. Türkiye’den giden 7 918 belgenin 4 000 tanesi gizli değil, tasnif dışı. Yani açık kaynaklardan toplanmış ve sübjektif bir değerlendirme eklenmediği için de herhangi bir gizlilik derecesi konulmamış. Geri kalan 3 918 belgenin 3 298’i de HİZMETE ÖZEL. Yani en düşük gizlilik derecesinde. “Gizli” işareti taşıyan belgelerin sayısı ise 577 den ibaret.

En yüksek trafik Ankara ile

Telgraf trafiğinde en büyük yekûnu Washington’dan ABD’nin dış temsilciliklerine gönderilmiş telgraflar teşkil ediyor. Bu da doğaldır. Washington’dan sonra en yüksek trafik Ankara ile Washington arasındaki trafiktir. Bunu da doğal karşılamak gerekir. Bu yüksek trafiğin dört nedeni var: Birincisi Türkiye’nin ABD için önemidir. Türkiye ABD’nin Ortadoğu’da, Balkanlarda, Kafkaslarda ve Orta Asya’da yapmak istediği işler açısından çok önemli bir müttefiktir. Bu önemin bir yakıştırmadan ibaret olmadığı Ankara’nın telgraf trafiğindeki açık ara ileride oluşu ile de doğrulanmaktadır.

Ankara’dan giden telgraf sayısının yüksek olmasının ikinci nedeni Irak bağlantılı gelişmelerdir. Bu telgrafların ait olduğu dönemde Irak, Amerikan’ın gündeminde çok canlı bir konuydu. Irak bağlamında Türkiye’den giden haberler, Türkiye’den giden değerlendirmeler, Türkiye’de toplanan bilgiler Amerika’nın Irak politikası için çok önemli idi.

Üçüncü neden Türkiye’nin iç siyasetindeki ve ekonomisindeki gelişmelerin yoğunluğudur. Ankara’daki yabancı büyükelçiler ile sohbet ettiğiniz zaman şu tür yorumları çok işitirsiniz: “Ankara’ya tayinim çıktığı zaman, ‘en nihayet gidip biraz rahat edeceğim, dinleneceğim, fazla yorulmayacağım’ diye düşünüyordum. Fakat buraya geldiğimden itibaren, her gün insanın başını döndürecek gelişmeler oluyor. Ayak uyduramıyorum. Sabah öğrendiklerim öğleden sonra eskimiş ihale geliyor”. Yani Türkiye’nin iç gelişmeleri öteki birçok ülkedeki iç gelişmelerden çok daha fazladır. Ergenekon, anayasa referandumu, iktidar partisinin kapatılması için dava açılması gibi gelişmeler yabancı gözlemciler için pek tabii ki çok önemli gelişmelerdir. Kriz içindeki ülkeler bir yana bırakılırsa, hiçbir ülkede Türkiye kadar yoğun gelişmeler göremezsiniz.

Dördüncü neden Türkiye’nin dış siyasetindeki gelişmelerdir. Son yıllarda Türkiye, eskiden beri oynaması gerektiği halde çeşitli nedenlerle oynayamadığı rolleri oynamaya başlamıştır. Şu sıralarda “Türkiye Avrupa Birliği’nden uzaklaşıyor mu? Türkiye’de eksen kayması var mı?” soruları çok sık sorulmaya başlandı. Aslında Türkiye’nin şu anda yapmakta olduğu şeyin, Atatürk’ün 1930’larda başlattığı politikanın kaldığı yerden devam edilmesi olarak görülmesi lazımdır. Atatürk, 1920’lerin başından itibaren ilk iş olarak dağılan Osmanlı Devleti’nin topraklarından ne kurtarılabilecekse onu kurtarmaya yöneldi. Misak-ı Milli sınırlarını belirlemek suretiyle bunu sağladı. Sonra Cumhuriyeti kurdu. Sonra içerideki isyanları bastırmaya yöneldi. Onu da başarıp iç istikrarı sağlayınca, 1930’ların başından itibaren Atatürk, bölgede istikrarı sağlamaya çalıştı. Yani “Yurtta Sulh, Cihanda Sulh” sadece duvarlara yazılan bir slogan değildir. Atatürk zamanında bunun için çok somut adımlar atıldı.1934’te Balkanlarda istikrarı sağlamak için Balkan Paktı kuruldu. Ortadoğu’da istikrarı sağlamak için Saadabat Paktı kuruldu. Peki, niye devam etmedi bunlar? Devam edemeyişinin çok makul gerekçeleri var: 1930’ların ikinci yarısından itibaren, İkinci Dünya Savaşı’na giden gelişmeler oldu. Yani Almanya’nın, etrafındaki ülkeleri tehdit etmesi her şeyin önüne geçti. Onun için öteki işbirliği çalışmaları ikinci plana itildi. Savaş sırasında işbirlikleri zaten o kadar kolay yürümez. Savaştan sonra ise, dünya doğu bloku ve batı bloku olmak üzere ikiye bölündü. Balkan Paktı üyesi olan ülkelerden, Yunanistan’la Türkiye batı blokunda yer aldı, Romanya ve Yugoslavya ise doğu blokunda kaldı. Dolayısıyla onlarla Balkan Paktı ile başlatılan işbirliğini sürdürmek imkânsız hale geldi. Ortadoğu’da ise Saadabat Paktı’ndaki ülkelerin büyük bir kısmı, doğu blokundan askeri ve ekonomik yardım almaya başladılar. Dolayısıyla o ülkelerle işbirliğini sürdürmek mümkün olmadı. Ne zamana kadar? Soğuk savaşın sona ermesine kadar. Soğuk savaş sona erdikten sonra, Sovyetler Birliğinin dağılmasıyla ortalık toz duman oldu. Tozlar şimdi yerlerine kondu. Dolayısıyla Atatürk’ün 1930’larda bıraktığı yerden devam etmek için ortam ancak şimdi elverişli hale geldi. Türkiye Balkanlarda, Kafkasya’da, Ortadoğu’da ve Orta Asya’da inisiyatifler almaya başladı. Türkiye’nin dış siyasetindeki bu gelişmeler doğal olarak dünyanın dikkatini çekti. Fakat bu tarihi arka planını bilmeyen ülkeler veya gözlemciler “Türkiye’de acaba eksen kayması mı var?” diye tereddüt izhar etmeye başladılar.

Konuşmamın başında değindiğim algı meselesinin ne kadar önemli olduğunu burada bir kez daha görüyoruz. Yabancı ülkeler Türkiye’nin, dış politikadaki bu açılımlarını nasıl algılıyorlarsa, ona göre hareket edeceklerdir. Nasıl algıladıklarını, işte Wikileaks telgraflarında görüyoruz.

Belgelerin niteliği

Wikileaks ifşaatını daha iyi değerlendirmek için gizlilik dereceleri hakkında biraz daha bilgi vermek yararlı olur. Her ülkenin gizlilik dereceleri konusunda birbirinden farklı kuralları ve normları olabilir. NATO çerçevesinde kullanılan gizlilik dereceleri şöyledir: Herhangi bir gizlilik derecesi olmayan yazışmalar, gizlilik derecesi açısından, “TASNİF DIŞI (Unclassified) olarak sınıflandırılır. Bunlar açık kaynaklardan derlenmiş bilgiler olup ayrıca bir değerlendirme eklenmemiştir. Ondan sonra HİZMETE ÖZEL (Restricted) adı verilen gizlilik derecesi gelir. Bu gizlilik derecesinin anlamı, görmesinde sakınca bulunmayan her kamu görevlisinin görebileceği belgeler demektir. Daha sonra, ÖZEL (Confidential) olarak sınıflandırılan belgeler gelir. Daha sonra da GİZLİ (Secret) işaretli belgeler vardır. Wikileaks belgelerinde sadece bu gizlilik derecesine kadar olan belgeler yayınlanmıştır. NATO sisteminde bunlardan daha yüksek gizlilik dereceleri de var, örneğin ÇOK GİZLİ, COSMİC ve ATOMAL gibi. Bu tür gizlilik derecelerinin ABD yönetiminde de bulunduğunu varsayabiliriz. Çünkü NATO sistemi bu konularda ABD sisteminden esinlenmiştir. Fakat Wikileaks belgelerinde bu sonuncu daha yüksek üç gizlilik dereceli belge –en azından şimdiye kadar- yayınlanmamıştır. Bundan sonra da yayınlanmazsa bunun anlamı şu olacaktır: ABD bürokrasisinde bu belgeleri disketlere kopya edip Wikileaks ifşaatının mimarı olan Assange’a veren Bradley Manning adında Amerikalı bir er var. Daha yüksek gizlilik dereceli belgelerin, o erin giremediği yerlerde muhafaza edildiği anlaşılıyor.

Belgelerin üslubu

Burada belgelerde kullanılan üslupla ilgili birkaç şey söyleyeceğim. Amerika’da eğitim görmüş veya Amerikan kültürüyle yakından ilgilenen değerli katılımcılar bilirler. Amerika’da stereotipleşme (kalıplaşma) öteki ülkelerden daha yaygındır. Bundan birkaç yıl önce “ekonominin McDonald’laşması (McDonaldization of economy) diye bir deyimin literatüre girmiş olduğunu öğrendim. Benim ekonomi okuduğum yıllar 55 yıl geride kaldı. Bizim zamanımızda böyle bir kavram yoktu. McDonald’laşma herhalde şu anlama geliyor: McDonald lokantasına gittiğiniz zaman orada belirlenmiş kalıplara göre hazırlanmış paketlerden birini almak zorundasınız. Örneğin Big Mac menüsündeki bir yiyeceği McChicken’e eklemelerini isterseniz, kendi kalıplarında bulunmadığı takdirde, bunu yaptıramazsınız. Amerikan kültüründe bu kalıplaşma sadece McDonald mağazalarında değil toplumun her kesiminde var. İnsanları nitelerken de Amerikan toplumunda tanımı esasen mevcut olan o kalıplardan birinin içine sokarak size sunmak onların daha kolayına geliyor. Almanya Başbakanı için, Türkçedeki “kokmaz, bulaşmaz” karşılığı olan “teflon” sıfatının kullanılması, böyle bir kolaycılığın ürünüdür.

Ben Büyükelçilik yaptığım zamanlarda bir memurum benim önüme böyle bir telgraf getirseydi bunu imzalamazdım. Memura, “Seni bu yargıya götüren unsurlar nelerse onları yaz, bunun sonucunda okuyan insan o şahsı ‘teflon’ olarak mı niteler, yoksa başka türlü mü niteler, o onun yargısı olsun” derdim. Burada misyon şefinin, maiyetinde çalışan memurların yaptığı işi onaylarken gösterdiği bir özensizlik var. Bu konuya biraz sonra “Bilgiler Hamdır” başlığı altında tekrar döneceğim.

Bilgi kirliliği

ABD diplomatik yazışmalarında bir bilgi kirliliğinin gelişmiş olduğu anlaşılıyor. Bunun nedeni de şudur: 11 Eylül 2000 yılında ABD’de çeşitli hedeflere ayni anda yapılan saldırılardan sonra ABD yönetimi kendisine “Nerede hata yaptık” sorusunu yöneltti. Bu değerlendirme sırasında ortaya çıktı ki, çeşitli ABD kaynaklarının derledikleri bilgiler daha iyi bir eşgüdümle paylaşılmış olsa idi, bu felaketin önlenmesinin mümkün olabileceği sonucuna varılmıştır. Bunun üzerine Amerikan yönetimindeki çeşitli birimlere ulaşan her türlü bilginin paylaşılmasına imkân veren çok geniş bir bilgi ağı oluşturuldu. Buna SIPRNET (Secret Internet Protocol Router Network) adı verilmektedir. Böylelikle gizli bilgileri okuyabilen memurların sayısı başka hiçbir devlette olmadığı kadar arttı. Şebeke bu kadar geniş bir kitlenin erişimine açılınca bunların arasında Bradley Manning gibi bu imkânı kötüye kullanabilecek bir erin çıkmasına da zemin hazırlanmış olur.

Wikileaks sızdırmalarını diplomasi uygulaması açısından değerlendirdiğim zaman ben şöyle bir sonuca varıyorum: Bu bilgilerden hiç birinde benim kırk yıl süreyle yaptığım işlerden farklı bir şey göremiyorum. Bilgi toplanmıştır, bilgiler kendi başkentlerine iletilmiştir. Burada özensizlik var, takdirini yanlış kullanma var. Ama yapılan iş bir diplomatın rutin olarak yaptıklarının ötesine pek geçmiyor. Dolayısıyla ABD’li diplomatlar kendilerine düşen görevleri yapmışlardır. İyi mi yapmışlardır? Başarılı bir şekilde mi yapmışlardır. Hayır. Ama hata daha çok, Amerikan sisteminin özelliklerinden kaynaklanıyor.

Medyanın konuyu ele alış tarzı

Konunun medya tarafından ele alınış tarzında da bazı abartmalar var. Bu, hem Türk medyası hem de öteki ülkelerin medyaları açısından geçerli. Medya ele geçirdiği haberi doğal olarak en sansasyonel şekilde takdim etmeye çalışıyor. Aksi takdirde, kendisinden daha sansasyonel biçimde takdim edecek olan öteki medya kurumları ile rekabet edemez. Bu sansasyon arayışı, Wikileaks olayını olduğundan daha önemliymiş gibi göstermiştir.

Toplantı tutanaklarının eleştirilmesi doğru değildir

Yayınlanan belgeler arasında toplantı tutanakları da var. Bir başka ülke temsilcisi ile yaptığınız toplantının mutlaka notunun tutulması lazımdır. Hatta büyükelçiliklerde yemekler düzenlendiği zaman, yemek masasının kenarında bir yerde bir genç memur elinde kalem, tabağını kenara itmiştir, orada konuşulanları not etmeye çalışır. Resmi görüşmelerde ne söylendi ise mümkün olduğu kadar sadık bir şekilde bunun not edilmesi gerekir. Wikileaks belgelerinin bir kısmı Ankara’da veya başka yerde yapılmış olan toplantıların tutanaklarıdır. “Tutanaklara neler yazmışlar.” diye kimseyi eleştirmek doğru değildir. Çünkü tutanağın o görüşmede konuşulan her şeyi yansıtması esastır.

Komplo teorileri

Özellikle ilk günlerinde Wikileaks sızdırmaları için çeşitli komplo teorileri üretildi. Amerika’nın çeşitli ülkelerle ilişkilerini düzene sokmak için, bu ifşaata kendisinin önayak olduğu gibi tahminler yürütüldü. Ben Amerikan Hariciyesini ve Devletini bu kadar zor durumda bırakan sızdırmaların Amerikan yönetiminin önayaklığıyla veya onun bilgisi dâhilinde yapılmış olacağına ihtimal vermiyorum.

Assange’ın belgeler yayınlanmadan önce ABD makamlarıyla pazarlık yaptığı anlaşılıyor. Bu pazarlıkta Amerikan yönetiminin, ifşaatı teşvik edecek biçimde değil, aksine hasar kontrolü yapacak biçimde hareket etmiş olduğunu varsaymak bana daha gerçekçi görünüyor. Çünkü Assange’ın ABD makamlarıyla pazarlığa oturduğu zaman, bu belgelerin ifşa edilmesinin hiçbir surette önlenemeyeceği noktaya getirmiş olduğunu tahmin ediyorum. Bu noktaya geldikten sonra da ABD makamlarının, yayınlanmasını nasıl olsa önleyemeyecekleri belgelerde, kendilerine çok büyük zararlar verecek hususları yumuşatan önlemlerin alınmasını Assange’a kabul ettirmiş oldukları anlaşılıyor. Örneğin bir ismin belgelerde zikredilmesi, o şahsın öldürülmesi riski ile karşı karşıya bırakılmasına neden olabilir. Böyle durumlarda Assange’ın o ismi zikretmekten sarf-ı nazar edip onun yerine yan yana üç veya beş “x” harfi yazmayı kabul ettiği görülüyor.

İkinci bir komplo teorisi de bu işlerin arkasında İsrail’in bulunduğu iddiasıdır. Bu iddiayı ileri sürenler, iddialarına destek olarak, belgelerde İsrail aleyhine hiçbir bilginin yer almayışını göstermektedirler. Ben bu iddiaya katılmıyorum. ABD bürokrasisinde görev alan bir memura İsrail aleyhtarı söz söylettirmek esasen pek kolay değildir. ABD’de İsrail’in her şeyi doğru yaptığı yolunda yaygın bir kanı mevcuttur. Bu nedenle İsrail aleyhtarı hususların ifşa edilen belgelerde yer almamış olmasını böyle bir iddiaya dayanak olarak göstermenin yeterli bir kanıt teşkil etmeyeceği görüşündeyim. Kaldı ki ileride İsrail aleyhine belgelerin ifşa edilmesi ihtimalini de tamamen göz ardı etmemeliyiz.

Öte yandan Kral Fahd’ın İran için söylediği ileri sürülen “Yılanın başı küçükken ezilmelidir” sözleri ifşa edilmektedir. İsrail’in bunu, İran’la Suudi Arabistan’ın arasını açmak için yapmış olabileceği ileri sürülmektedir. İsrail böyle bir şey yapmış olabilir mi? Ben bu iddianın doğru olabileceğine de ihtimal veremiyorum. İsrail’in Amerika gibi kendisine çok ihtiyaç duyduğu bir ülkeyle olan ilişkilerini, Suudi Arabistan’la İran’ın arasını açmak gibi bir amaç uğruna tehlikeye atmayı göze alabileceğine de ihtimal vermiyorum. Çünkü Kral Abdullah’ın İran hakkında o telgrafta söylenen türde şeyler söylemiş olabileceğini kimseden duymamış olsanız bile ihtimal verebilirsiniz.

“Arkasında bir komplo teorisi yoksa böyle büyük harekâta neden girişilmiştir öyleyse?” sorusu akla gelebilir. Bradley Manning adında Amerikalı bir erin, Assange’a bu belgeleri getirdiği anlaşılıyor. Assange da bununla milyonlarca dolar kazanabileceğini görmüş ve bu fırsatı değerlendirmiştir. Konuya böyle bakmak daha akılcı görünüyor. Bir de Assange’ın diplomatik yazışmalara şeffaflık getirilmesi gerektiği yolunda bir hülyası var. Bu sayede o hülyası de gerçekleştirilmiş olmaktadır.

Belgelerin tahlili (Belgelerin içerdiği bilgiler ham bilgilerdir)

Wikileaks belgelerini biraz tahlil etmek yararlı olacaktır. Çeşitli ülkelerdeki ABD temsilciliklerinden Washington’a gönderilmiş olan bu telgraflarda yer alan bilgileri, ABD yönetiminin o ülke hakkında ne düşündüğünün kanıtı olarak görmek de yanlıştır.  Yani, Ankara’dan Washington’a gönderilen bir telgrafta çeşitli değerlendirmeler yer alıyor diye, hemen, “ABD Türkiye hakkında böyle düşünüyormuş” şeklinde bir sonuca varmak doğru değildir. Bu bilgiler Türkiye’de toplanmış ve Washington’a gönderilmiştir. Washington’da bunlar tahlil edilecektir. Oradaki tahlililer sonucunda başka başkentlerden gelen bilgilerle mukayese edilerek Ankara’dan gelen bu bilgiler ya benimsenecektir veya reddedilecektir. Dolayısıyla bu süreçten geçmemiş olan söz konusu bilgilerin, ham haliyle buradan Washington’a gönderilmiş bilgi olmanın ötesinde başka bir anlamı yoktur. Bu bilgilere “ABD Türkiye hakkında böyle düşünüyormuş” diye değil, “Ankara’daki ABD Büyükelçiliği üçüncü kâtibi böyle düşünüyormuş, bunu kaleme dökmüş, Büyükelçi de ya doğru dürüst incelemediği için veya kendisi de ayni kanaatte olduğu için Üçüncü Kâtibin kaleme aldığı metni imzalamış” diye bakmak daha sağlıklı olur. Bu bilgilere, bunun ötesinde bir anlam izafe etmek yanlıştır.

Bu belgelerin zararları olmuş mudur? Evet olmuştur. Birçok kişiyi ifşa etmiştir. Wikileaks belgelerinde beyanları yer alan şahısların ABD yetkilileriyle konuşurken bu kez daha ketum davranacakları doğaldır. Bundan en çok zarar görecek olanlar da Amerikalı diplomatlar olacaklardır.

Wikileaks ifşaatının yararları olmuş mudur? Yararları da olmuştur. O yarar da politik psikolojinin alanına geren bir konudur. Bu belgelerden Amerika’nın Türkiye’de olan biteni nasıl algıladığını öğreniyoruz. Türkiye’de olan bitenin aslında doğrusunu, ne olduğunu biz kendimiz biliyoruz. Ancak, en başında “Gerçek olan algıdır” demiştim. Örneğin zaman zaman,  şimdiki hükümetin Türkiye’ye şeriat düzeni getirmek istediği yolunda iddialar ileri sürülmektedir. Wikileaks belgelerinde Ankara’daki ABD Büyükelçiliğinin bu iddialara inanmadığı belirtiliyor. Burada bizim için önemli olan, Amerika’nın şimdiki Hükümeti böyle algılıyor olmasıdır. Wikileaks ifşaatından çıkarmamız gereken sonuçlardan biri budur.

Yine Wikileaks belgeleriyle ilgili bir başka önemli husus da bizim, ayrıntılara takılıp büyük resmin tamamını göremeyişimizdir. Örneğin, eksen kayması konusunda, Wikileaks belgelerinde şöyle bir değerlendirme yer alıyor:  “Eskiden olduğu gibi ABD’nin dümen suyundan giden bir Türkiye artık yok, biz bununla yaşamak mecburiyetindeyiz.” diyor. Bu değerlendirme bizim için çok önemlidir. ABD, Türkiye’de eskisinden farklı bir yaklaşım olduğunu görmüş, bunu böyle algılamış ve artık bununla ilgili olarak bir şey yapamayacağını, böyle bir Türkiye ile birlikte yaşamak mecburiyetinde olduğunu söylemiş. İkincisi Sayın Başbakan için “Müşfik bir aile babası, işkolik, mükemmeliyetçi” diye değerlendirmeler var. Amerika bürokrasisine milyonlarca dolar verseniz, böyle bir şey yazdıramazsınız. Onu kendiliklerinden yazmışlar. Bizim bunlara “Demek bizi böyle algılıyorlar, bu mühimdir.” dememiz gerekirken, “Başbakan’ın yanındaki o belgede kastedilen adam acaba kimdir, Ahmet midir, Mehmet midir?” gibi konulara takılıp kalıyoruz.

İfşaat Türk Amerikan ilişkilerini nasıl etkiler?

Bu ifşaat nedeniyle Türk-Amerikan ilişkileri alt üst olacak değildir. Gerçekçi diplomatların ve karar vericilerin, bu bilgiler ifşa edilmemiş olsaydı dahi, buna benzer bir bilgi akışı olduğunu farz etmeleri gerekirdi.  Türk Amerikan ilişkileri, ifşa edilen bu bilgilere göre değil, iki ülkenin çıkarları neyi gerektiriyorsa o yönde gelişmeye devam edecektir. Bu ifşaatın Türk-Amerikan ilişkileri üzerindeki etkisi ihmal edilebilir düzeyde kalacaktır.

İfşaatın hukuki sonuçları

İfşaat hukuki soruların ortaya atılmasına neden olmuştur. Bu ifşaatı gerçekleştirenler aleyhine dava açılabilir mi? Bu sorunun cevabı, kimin aleyhine dava açılması düşünüldüğüne göre değişir. Türk Hükümeti Amerikan Hükümeti aleyhine dava açamaz. Medya aleyhine dava açılabilir mi? Belki, biraz sonra size bu kürsüden hitap edecek olan basınımızın değerli kalemi Sayın Murat Yetkin konunun bu yönüne değinebilir. Benim görebildiğim kadarıyla bu olayda Türk medyası örneğin Herald Tribune veya El Pais gazetesinde yayınlanmış bir haberi iktibas etmiş olmaktadır. İktibasta orijinal metnin dışına çıkmamış ise, bence dava konusu olmaz. Ancak iktibas sırasında bir tahrifat, orijinal metinden uzaklaşma olmuşsa, ilgili Türk gazetesinin onun hesabını vermesi gerekebilir.

Türk Hükümeti Ankara’da görevli ABD’li diplomatlar aleyhine dava açabilir mi? Türkiye’de açamaz, çünkü1961 tarihli Diplomatik ilişkiler hakkındaki Viyana Sözleşmesi hükümlerine göre diplomatların dokunulmazlıkları vardır. Diplomatlıkla bağdaşmayan bir iş yaptıkları takdirde, yine aleyhlerine dava açılamaz ama “istenmeyen şahıs (persona non grata)” ilan edilebilirler ve Türkiye’yi terk etmeye zorlanabilirler. Wikileaks’e konu olan işlerde diplomatlıkla bağdaşmayan bir davranış söz konusu değildir.

Amerikalı diplomatlar aleyhine Türkiye’de dava açılamaz, ancak Amerika’da açılabilir mi? Amerika’da dava açılırsa Amerikan mahkemelerinin “Bu diplomatlar kendilerinden beklenen işi yapmışlardır. Dava konusu olacak bir şey yoktur.” diye davayı reddetmeleri ihtimali yüksektir.

Wikileaks Olayının Değerlendirmesi

Wikileaks olayını birçok açıdan değerlendirebiliriz. Türkiye açısından değerlendirdiğimizde, Amerika’nın Türkiye’yi nasıl algıladığını öğrenmiş oluyoruz. Birçok hususta, ABD’nin Türkiye’yi bizim tahmin edebileceğimizden çok farklı biçimde algılamadıkları ortaya çıkmaktadır.

Wikileaks olayının bize öğrettiği hususlardan biri de sınırsız enformasyon akışının yarattığı bilgi kirliliği ve bunun yarattığı zarar oldu.

Bilginin bir güç kaynağı olduğu bir kez daha kanıtlanmış oldu. Ancak güç kaynağı insanın, cebinde taşıdığı silah gibidir. Yerinde kullanıldığı zaman çok yararlı sonuçlar verir. Rastgele kullanıldığı zaman da gerek kullanana gerekse üçüncü şahıslara zarar verir.

Assange, bu işe, diplomasiye şeffaflık getirmek için teşebbüs ettiğini söylüyor. Diplomasi ile şeffaflık belki birbiriyle uyuşmayan iki kavramdır. Diplomaside her şeyi apaçık yapamazsınız. Çünkü örneğin bir müzakere heyetine talimat göndereceksiniz. Müzakere heyetinin görevi o müzakereden kendi ülkesi için en fazla çıkarı elde etmesidir. Siz müzakere heyetine göndereceğiniz talimatta, nerelerde taviz verebileceğinizi açıklarsanız, karşı taraf size karşı tutumunu ona göre belirler ve elde edebileceğiniz kazançlardan bir bölümü böylelikle tehlikeye girebilir. En azından müzakereler sona erinceye kadar o talimatların gizli kalması gerekir. Gizli kalması gereği ortadan kalkmış olan belgelerin gizliliğinin kaldırılması ilke olarak kabul edilen bir yaklaşımdır. Fakat uygulamada bu kurala her ülke riayet etmemektedir. Bunu en iyi yürüten ülkelerden biri İngiltere’dir. İngiliz arşivlerindeki gizli belgelerin gizlilikleri; bazı belgeler için 25, bazıları için 50, bazıları için de 75 yıl sonra kaldırılmaktadır. Pek tabii ki gizliliği hiç kaldırılmayan belgeler de mevcuttur. Şeffaflık böyle kontrollü biçimde sağlanırsa ulusların çıkarları zedelenmez.

Popülizme kayma tehlikesi

Wikileaks türü bir ifşaatın ileride ilerde popülizme kayma tehlikesi vardır. Yarın bu cereyana kendisini kaptırıp eline geçirdiği her belgeyi basın ve medyaya ulaştırmak suretiyle kendisine popülarite kazanmaya heves edecek insanların çıkması ihtimali vardır. Bu davranışları, ülkelerini zor durumda bırakabilir.

Wikileaks ifşaatının ortaya çıkardığı önemli hususlardan biri de haberleşmenin güvensizliğidir. Bu gelişmeden esinlenerek ilerde kimlik bilgileri, sağlık bilgileri, banka bilgileri, savunma bilgileri de ortay dökülebilecektir.

Cyber Savaşları

Wikileaks olayının dolaylı olarak akla getirdiği bir husus da Cyber savaş senaryosudur. Rusya, Estonya gibi 1 250 000 nüfuslu küçük bir devlette bir Cyber savaş yaptı, oradaki bilgisayarları çökertti. Öyle zannediyorum ki Rusya bunu böyle bir şey yapılabilir mi diye küçük bir devlette denedi. Bu olay Cyber savaşlarda bu yöntemlerin kullanılabileceğini akla getiriyor.

Şu sıralarda güncel olan bir husus Amerikan’ın İran’daki nükleer çalışmalarını sekteye uğratmak için bir Cyber savaş girişimi içinde olduğuna dair şayialar dolaşıyor.

Wikileaks, tüm bu konuları gündeme getirdi.

Ben sizinle paylaşmak istediğim hususları burada sona erdirmek istiyorum. Dikkatiniz için hepinize teşekkür ediyor, saygılar sunuyorum.

Yazar Hakkında

Benzer yazılar

Yanıt verin.

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.