AB’NİN KARŞI-DEKLARASYONU

Türkiye, AB ile 1995 yılında imzaladığı Gümrük Birliği Anlaşmasından doğan yükümlülüklerini, AB’ye son üye olan 10 ülkeyi de kapsayacak şekilde genişletmek için 28 temmuz 2005 tarihinde bir Ek Protokol imzalamıştır. Bu işlemi yaparken, onunla eş zamanlı olarak, Ek Protokolün ayrılmaz bir parçası olduğunu ilan ettiği bir de deklarasyon yayınlamıştır. Bu deklarasyonda Türkiye özetle, Gümrük Protokolünü, aralarında Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY)’nin de bulunduğu 10 yeni AB üyesi ülkeye teşmil etmesinin, GKRY’yi resmen tanıdığı anlamına gelmediğini beyan etmiştir.

Türkiye’nin o deklarasyonu yayınlamakla kendi başını belaya soktuğunu söyleyenler de vardır. Ancak Kıbrıs sorununun geçirdiği safahatı hatırlayanlar bilirler ki, Türkiye’nin, bazı önemli hususları zamanında, yeteri kadar güçlü biçimde ortaya koymaması; sonradan, böyle bir hakkı olmadığı biçiminde algılanmış ve Rum kesimi Türk tarafının bu sessizliğini, hak düşürücü bir davranış olarak takdim etmiştir. Türkiye’nin o tarihte böyle bir deklarasyon yayınlamasını bu endişe ile izah etmek gerekir. Kaldı ki Türk kamu oyu böyle bir deklarasyonun yayınlanması beklentisi içindeydi. Demokratik ülkelerde, yönetimlerin, kamu oyunun beklentilerine kulak tıkaması zordur.

Bu deklarasyon Türkiye’nin tek taraflı olarak yaptığı bir işlemdi. Şimdi AB, bu deklarasyona karşı bir deklarasyon yayınlamıştır. Deklarasyonda yer alan unsurlardan önemlileri şunlardır:

– AB Türkiye’nin, Ek Protokolü imzalarken bir deklarasyon yayınlamak ihtiyacını hissetmiş olmasını üzüntü ile karşılamaktadır.

– Deklarasyon tek taraflıdır ve Türkiye’nin Ek Protokolden kaynaklanan yükümlülükleri üzerinde hukuki bir etkisi yoktur.

– AB Türkiye’nin, taşıt araçları da dahil olmak üzere malların serbest dolaşımı konusunda, Protokolü AB’ye üye tüm ülkelere ayrım gözetmeden uygulamasını beklemektedir. AB bu hususu izleyecek ve 2006 yılında bir değerlendirme yapacaktır. İlgili başlıkların müzakereye açılması, Türkiye’nin tüm üyelere karşı ahdi yükümlülüklerini yerine getirmesine bağlıdır. Bunun yapılmaması müzakerelerin ilerlemesini etkileyecektir.

– Tüm üye ülkeleri tanıma, katılımım sürecinin gerekli bir unsurudur. Bu nedenle AB, Türkiye’nin tüm üye ülkelerle ilişkilerini, mümkün olan en kısa sürede normalleştirmesinin öneminin altını çizer.

– AB, BMGS’nin çabalarının desteklenmesinin önemini kabul etmektedir.

Karşı-deklarasyonun ilk taslağında, Rum kesimini tanımanın, “Türkiye’nin AB’ye girmesinden önce” gerçekleşmesi gerektiği şeklinde bir ibarenin yer aldığı ileri sürülüyordu. Rum tarafının karşı çıkması sonucu, dönem başkanı İngiltere, şimdiki ifade tarzını önermiştir.

Şimdiki metinde yer alan “mümkün olan en kısa sürede” ne demektir? Taraflardan her biri bu terimi kendi işine geldiği şekilde yorumlayacaktır. Türkiye’ye göre, bu süre ancak Annan Planı çerçevesinde Yeniden Birleştirilmiş Kıbrıs’ın AB’ye alındığı zamandır. Bundan daha önceki tarih “kısa süre”dir. Fakat “mümkün olan en kısa süre” değildir. Çünkü Kıbrıs sorunu çözümlenmeden Türkiye’nin Rum kesimini tanıması “mümkün” değildir. Kıbrıs sorunu çözümlenmeden Türkiye Rum kesimini tanırsa, AB Rum kesimini Kıbrıs’ın tamamını temsil eden bir devlet olarak gördüğü için, Rum kesiminin Kuzey Kıbrıs üzerindeki hükümranlığını da tanımış olacaktır. Bu da, Türkiye’nin KKTC’yi tanımasını geri çekmesi anlamına gelir ki Türkiye’de hiçbir hükümetin böyle bir karar alması ne mümkündür, ne de tasavvur edilebilir. AB’de herkes bunu gayet iyi bildiği için olsa gerek ki, “en kısa sürede” denilmemiş, “mümkün olan en kısa sürede” denilmiştir.

Türkiye, o tarihe kadar Rum kesimini tanımadan müzakereleri yürütebilecek midir? Bu soru, Kıbrıs sorununa o tarihe kadar bir çözüm bulunamayacağı varsayımından hareket etmektedir. Halbuki Türkiye, Kıbrıs sorunun o tarihe kadar bir çözüme kavuşturulabileceği yolundaki umudunu halen korumaktadır. Annan Planı çerçevesinde bir anlaşmaya varılabilirse Türkiye, böylelikle ortaya çıkacak Yeniden Birleştirilmiş Kıbrıs’ı tanıyacağını esasen ilan etmiştir. Türkiye, en olumsuz senaryonun gerçekleşeceğini kesinmiş gibi kabul edip her türlü ileri adımı reddeden donuk bir yaklaşım yerine, atılım yapan fakat kozlarını kendi elinde tutan bir politika izlemektedir.

Öte yandan AB ülkeleri, Türkiye konusunda tereddüt ettikleri veya tedirginlik duydukları birçok gelişmenin ortaya çıkmadığını ve çıkma riski bulunmadığını, müzakereler ilerledikçe daha somut şekilde göreceklerdir. Böyle olacağını garanti edemeyiz. Ancak, AB ile müzakereleri, iki düşman gibi değil, iki müstakbel ortak olacağımızı düşünerek yürütmek zorundayız.

Liman ve hava alanlarının Rum gemilerine ve uçaklarına açılması konusu müzakereler sırasında AB tarafından muhtemelen sık sık gündeme getirilecektir. Ancak, bu sorunun kaynağı, karşı-deklarasyona böyle bir ifadenin girmiş olması değildir. Bu konu karşı-deklarasyonda yer almasaydı dahi gündeme getirilecekti.

Bağlayıcılığı olmayan bu metne boyutlarının ötesinde anlam izafe edilmemesi gerekir. Nasıl AB, Türkiye’nin yayınladığı deklarasyonu tek taraflı bir deklarasyon olarak mütalaa ediyor ve herhangi bir bağlayıcılığı olmadığını ileri sürüyorsa, AB’nin yayınladığı deklarasyonun da Türkiye için bir bağlayıcılığı yoktur. Bağlayıcılığı olan metin Müzakere Çerçeve Belgesi’dir ve dikkatlerimizi asıl o bölgeye çevirmeliyiz.

Belge bu haliyle Türkiye’yi tatmin eder mi? Veya, Türkiye’nin bu karşı-deklarasyona da bir karşı-deklarasyonla cevap vermesi gerekir mi? Son sorudan başlamak gerekirse, Türkiye’nin de bir karşı-deklarasyon yayınlaması bir deklarasyon tırmanmasına götürür ki, bugünkü ortamda bunun herhangi bir yararı olmayacaktır.

Birinci soruya gelince, bu deklarasyonun kaleme alınmasına Türkiye’nin doğrudan katkıda bulunma imkanı olsa idi, pek tabii ki metin böyle çıkmazdı. Bu metin Türkiye’nin üye olmadığı, bünyesinde temsil edilmediği bir forumda kaleme alınmıştır. Türkiye bu forumdaki çıkarlarını dışarıdan müdahalelerle ve o forumdaki dostları aracılığıyla korumaya çalışmaktadır.

Türkiye, bu metinle yaşayabilir mi? Bağlayıcılığı olmadığına göre, zihnimizi boş yere bu metne takılı tutmamıza gerek yoktur. Bu karşı-deklarasyon yayınlanmamış olsa idi, ne olacak idiyse, şimdi de ayni şeyler olacaktır.

Karşı-deklarasyonun bizim için önemi, Kıbrıs Rum Kesimi’ni tanıma konusunu, AB’nin dilediği zaman tekrar tekrar karşımıza çıkaracağını, bir bakıma şimdiden ilan etmiş olmasıdır.

Kıbrıs konusunda karşı karşıya bulunduğumuz durumun sorumlusu Türkiye değil, Kıbrıs sorunu bir çözüme kavuşturulmadan Rum kesimini üye olarak kabul eden AB’dir. Ayrıca o Rum kesimi, AB tarafından da desteklenen ve AB’ye Yeniden Birleştirilmiş Kıbrıs’ın alınmasını öngören Annan Planını reddetmiştir. O Planı, AB’nin de telkinleri doğrultusunda onaylayan Kıbrıs Türk tarafı ise AB dışında bırakılmıştır. Türkiye, Annan Planı doğrultusunda Kıbrıs sorunu bir çözüme kavuşturulduğu zaman yeni kurulmuş olacak o Kıbrıs’ı tanıyacaktır.

Yazar Hakkında

Benzer yazılar

Yanıt verin.

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.