27 Kasım 2010 – TÜRKİYE-AB İLİŞKİLERİ

TÜRKİYE-AB İLİŞKİLERİ

İktisadi Kalkınma Vakfı (İKV)’nın Yaşar Yakış’a sorduğu röportaj soruları ve cevapları

27 Kasım 2010

1. Türkiye’nin AB’ye üyelik müzakerelerinde gelinen son nokta her iki tarafı da tatmin edici düzeyde değil. Türkiye’nin AB’ye üyelik müzakerelerinin beşinci yılını geride bıraktığımız 2010 yılında Türkiye-AB ilişkilerini nasıl değerlendiriyorsunuz? Türkiye sizce müzakere sürecinde nasıl bir tutum belirlemeli?

Türkiye’nin AB’ye katılım süreci görünüşte Kıbrıs konusundan kaynaklanan engellere takılmış gibi takdim edilmekle birlikte, gerçek nedenin siyasi olduğunu Türkiye hiçbir zaman göz ardı etmemelidir. Kıbrıs sorununu bahane olarak kullanmak bazı AB üyesi ülkelerinin işine gelmektedir. Eğer AB’nin belli başlı ülkelerinde Türkiye’yi Avrupa Birliğine alma yolunda bir irade mevcut olsa idi, AB Kıbrıs engelini aşmanın bir yolunu bulurdu. 700 bin nüfuslu Kıbrıs Rum kesiminin 500 milyon nüfuslu Avrupa Birliği’ni rehin olarak elinde tutması inandırıcı değildir. Buna karşın, eğer belli başlı AB üyesi ülkelerde Türkiye’yi AB’ye tam üye olarak almak yolunda bir irade yoksa Türkiye, Kıbrıs konusunda kendisinden istenen tüm tavizleri verse dahi yine Avrupa Birliğine girebileceği kesin değildir. Bu nedenle Türkiye, Kıbrıs sorununun çözümlenmesi için gerekli her şeyi yapmalı; ancak bu konuyu Avrupa Birliğine katılım süreci ile irtibatlandırmaktan kaçınmalıdır. Kıbrıs sorununa kendi parametreleri içinde çözüm aranmalı, Avrupa Birliğine katılım süreci de, öteki aday ülkelerin durumunda yapıldığı üzere kendi parametreleri çerçevesinde yürütülmelidir.

Ancak Türkiye, katılım sürecinde önüne çıkarılan engellerin siyasi olduğunu ileri sürerek gerekli teknik kriterleri yerine getirmekten de imtina etmemelidir. Başka bir deyişle Türkiye, bugün çeşitli bahanelere bağlı olarak açılması önlenen 18 başlıkta böyle bir veto yokmuşçasına istenen kriterleri yerine getirmelidir. Türkiye, bunu, kendi evine çeki düzen vermek ve Türk halkını daha yüksek standartlar sunmak için yapmalıdır. Böyle bir yaklaşım, öte yandan, teknik kriterlerin Türkiye tarafından henüz yerine getirilmemiş olduğu yolundaki iddiaları da boşa çıkaracaktır.

2. Özellikle Fransa ve Almanya Türkiye’ye “imtiyazlı ortaklık” seçeneğini sunarken, Gümrük Birliği de son yıllarda ülkemizde yeniden tartışmaya açılmış durumda. Gümrük Birliği’ni revize etme söylemleri de daha fazla duyulur hale geldi. Bu konudaki görüşlerinizi alabilir miyiz?

Gümrük Birliği konusunu doktriner bir yaklaşımla ele almak doğru olmaz. Anlaşmayı revize etme noktasına gelmeden önce yapılabilecek başka şeyler vardır: Öncelikle, anlaşmanın Türkiye’ye getirisi ile götürüsünü mukayese eden bilimsel çalışmaların sayısı çok azdır. Bu mukayesede rakamlara indirgenemeyecek hususlar da ele alınmalıdır. Türk sanayiinin gümrük korumasına gerek görmeksizin AB ülkelerinin sanayileriyle rekabet etmesinin, sınai ürünlerimizin kalitelerinin artmasına yaptığı katkı bu hususlardan biridir.

Türkiye, dış ticaretinin çok önemli bir bölümünü AB ile yaparken, bu ticaret hacmini zedeleyecek duygusal önlemlere tevessül etmek yanlış olur. Ancak, yapılacak bilimsel çalışmalar sonucunda Türkiye’nin Gümrük Birliğinden zarar görmekte olduğu ortaya çıkarsa, o zaman, yine de hemen anlaşmayı revize etme yoluna tevessül etmeden, mevcut anlaşmanın işletemediğimiz maddelerini işletmek için yollar aranabilir.

Bunlardan biri, AB’nin üçüncü ülkelerle imzaladığı Serbest Ticaret Alanı Anlaşmaları (STAA)dır. AB’nin STAA imzalayacağı ülkelerle müzakere ederken Türkiye ile danışmalar yürütmesi ve o ülkeleri Türkiye ile benzer anlaşmalar imzalamaya teşvik etmesi gerekirken bu mekanizmanın işleyiş tarzı Türkiye’yi tatmin etmekten uzaktır. Türkiye’nin, bu nedenle zarara uğraması durumunda, “Telafi Edici Önlemler” alma yetkisi vardır. Ancak bu önlemin gündeme getirilebilmesi için de önce AB’nun tutumunun gerçekten ticaret sapmasına sebebiyet verdiğini rakamlarla kanıtlamak ve bu sapmanın Türk ekonomisine zarar verdiğini ortaya koyabilmek gerekir.

Bu yollar denendikten sonra başarılı olunamazsa, anlaşmayı revize etmeyi o zaman düşünmek daha uygun olur.

3. 2004 yılında yüzde 70 seviyelerinde olan Türk kamuoyundaki AB desteği, 2010 yılı itibariyle yüzde 40’lara gerilemiş durumda. Türk kamuoyunda AB heyecanının yeniden canlandırılması ve Avrupa kamuoylarında yerleşik önyargıların giderilmesi yönünde ne gibi adımlar atılabilir?

Türk kamuoyunda Avrupa birliği sürecine destekteki düşüş, daha çok, soruların nasıl formüle edileceği hususuyla bağlantılıdır. AB ile ilişkilerde birkaç somut hareketlenme olursa, bu oranın tekrar yüksek düzeylere çıkabileceğini tahmin edebiliriz.

Avrupa kamuoyundaki muhalefetin giderilmesi ise daha geniş kapsamlı bir strateji gerektirir. Her eğilim gibi, Türkiye karşıtı tutumların da bir sarkaç kuralına tabi olduğunu düşünebiliriz. Sarkaç şu sıralarda Türkiye için elverişsiz olan yönde seyretmektedir. Dünyadaki islamofobya cereyanı tüm İslam alemi meyanında Türkiye’yi de olumsuz yönde etkilemekte ve Türkiye’nin işini daha da zorlaştırmaktadır.

Ayrıca şu sıralarda çeşitli Avrupa ülkelerinde sağcı partilerin, seçimlerde, önemli başarılar elde ettikleri görülmektedir. Ancak sağcı partilerin bu çıkışları hep böyle devam edecek değildir. Bu sarkacın yönünün değiştiği zaman da gelecektir. Türkiye, bu süre içinde daha geniş vizyonlu bir iletişim stratejisiyle AB’ye yapabileceği katkıları, ilgili ülkelerin kamuoylarına izah etmeye çalışmalıdır. Bunun için, hükümetler arası ilişkilerle yetinmemelidir. Çünkü bazı ülkelerin kamuoylarını yanlış yönlendirenler zaten o hükümetlerin başındaki siyasetçilerdir. Eğer, doğrudan doğruya üye ülkelerin kamuoylarını ulaşabilen iletişim stratejileri geliştirilebilirse, o ülkelerdeki siyasiler, iyi aydınlatılmış kamuoylarını yanlış yöne yönlendirmekte daha fazla zorlanacaklardır. Böyle bir strateji toplumun tüm kesimlerini, üniversiteleri, sivil toplum kuruluşlarını, sendikaları, meslek kuruluşlarını da kapsamalıdır.

Böyle bir politika başka bir nedenle de gereklidir. Bazı ülkeler Türkiye’nin AB’ye katılımını kendi ülkelerinde referanduma sunacaklarını daha şimdiden açıklamışlardır. Kamuoyları akşamdan sabaha kanaat değiştirmeyecekleri için, bu yola şimdiden çıkılması ve bu stratejinin uygulanmasının uzun zamana yayılması gerekir.

4. Türkiye-AB ilişkileri bağlamında 2011 yılına yönelik beklentileriniz nelerdir? Türkiye-AB ilişkilerinde 2010 yılında hakim olan tıkanıklığın aşılması için sizce 2011’de hangi somut adımlar atılabilir?

Halihazırda, açılış kriterleri belli ve siyasi nedenlerle bloke edilmiş olmayan üç fasıl daha vardır. Türkiye, bu üç faslın açılış kriterlerini mümkünse 2010 yılı içinde, mümkün olmazsa 2011 başlarında yerine getirip o üç faslı müzakereye açmalıdır. Böylelikle Avrupa Birliğinin Türkiye’ye atfedebileceği herhangi bir eksiklik kalmamalıdır.

5. Avrupa Komisyonu’nun Genişlemeden Sorumlu Eski Üyesi Olli Rehn, Avrupa’nın Türkiye’ye, Türkiye’nin de Avrupa’ya ihtiyacı olduğunu ifade etmişti. Bu tespite katılıyor musunuz?

Bu söz Olli Rehn dışında başka birçok Avrupa Birliği yetkilisi tarafından da söylenmiştir ve doğrudur. Hatta ben, yine birçok Avrupalı liderin de dile getirdiği üzere, Avrupa’nın Türkiye’ye ihtiyacının, Türkiye’nin Avrupa’ya olan ihtiyacından daha fazla olduğuna inanıyorum.

Ancak şimdi, kimin kime daha fazla ihtiyacı olduğu konusuna takıp kalmaksızın Türkiye’nin dış politikada son yıllarda başlattığı atılımları, şimdiye kadarki atılımlardan alınacak dersleri de göz önünde bulundurarak, daha güçlü biçimde sürdürmesi gerekir. Bu politika Türkiye’nin Avrupa Birliğine katılım sürecinin sağlıklı bir şekilde devam etmesi için de gereklidir. Türkiye’nin dış politikada başlattığı atılımlar AB sürecinin bir alternatifi değil aksine onun tamamlayıcısıdır. Türkiye bölge ülkeleri ile ilişkilerini ne kadar güçlendirirse AB tarafından o kadar ciddiye alınacaktır. Öte yandan bölge ülkeleri de Türkiye, AB sürecini ne kadar başarıyla yürütürse Türkiye’yi o kadar ciddiye alacaklardır

Ayrıca Orta Doğu ülkeleri Avrupa’ya sırtına dönüp kendi bölgelerine yönelmiş bir Türkiye’yi mi, yoksa Avrupa Birliğine katılım sürecini başarıyla yürüten ve bölge ülkelerine örnek teşkil edecek bir Türkiye’yi mi tercih ettiklerini iyi tahlil etmemiz gerekir. Orta Doğu’da Türkiye’nin Batı’ya sırtını dönmesini tercih eden bazı marjinal kesimlerin de bulunabileceğini ihtimal dışı sayamayız. Ancak Orta Doğu ülkelerindeki rasyonel düşünen çevrelerin, Avrupa Birliğine girmiş ve kendilerine örnek teşkil etmiş bir Türkiye’yi tercih edecekleri görüşündeyim.

——————-
——-

Yazar Hakkında

Benzer yazılar

Yanıt verin.

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.