18 Temmuz 2012 – Suriye’de oyun kuruculuğu kaybettik

Tarih: 18 Temmuz 2012 Çarşamba Saat: 08:20
Akşam gazetesinden Şenay YILDIZ Suriye’yle düşen jet nedeniyle yaşadığımız gerilimli günlerin ardından AKParti hükümetinin ilk Dışişeri Bakanı Yaşar Yakış’la Türkiye’nin Suriye politikasını konuştuğu ropörtajı…
Satır arası…Arap Baharı kavramının ilk ortaya çıktığı günlerde domino etkisiyle Ortadoğu’daki bütün diktatör yönetimlerin birbiri ardına yıkılacağı teorilerini okuyorduk. Ama işler pek de beklendiği gibi gelişmedi ve Suriye’de Beşşar Esad ayakta kalmaya devam ediyor. En uzun sınır komşumuz Suriye’de 1 yılı aşkın süredir devam eden kaos ortamı nedeniyle gerilen ikili ilişkiler Şam’ın bir askeri uçağımızı düşürmesiyle ikili düzlemde de bir krize dönüştü.
Geçen hafta Milli Savunma Bakanı İsmet Yılmaz ve TSK’nın açıklamalarının gölgesinde en tartışılan konu ise kuşkusuz ‘Bu uçak nasıl düştü?’ oldu. Bu nedenle Suriye eksenli bir dış politika söyleşisi için AK Parti’nin ilk Dışişleri Bakanı olan Yaşar Yakış’la görüştüm. Dışişleri Bakanlığı’nda Ortadoğu’da en uzun süre görev yapmış olan diplomat olarak bilinen Yakış, her biri 4’er yıl olmak üzere Suriye, Mısır ve Suudi Arabistan’da toplam 12 yıl kaldı. Şu anda Ankara’daki Stratejik İletişim Merkezi’nin (STRATİM) başkanlığını yapıyor. Yakış’ın diplomatlık ve yaşam tecrübelerinin ışığındaki analizlerinde oldukça önemli detaylar, daha önce hiç dile getirilmemiş bilgiler bulacağınızı düşünüyorum.
‘Türkiye, Esad’la ilişkileri keserek Suriye’de kurucu olma imkanını kaybetti. Şimdi o rolü İran’la Rusya oynuyor’ diyen Dışişleri eski Bakanı Yaşar Yakış’tan çarpıcı tespitler: Türkiye, Ortadoğu’da İran ve Mısır gibi büyük aktörlerle rekabet halinde. Onun için Suriye’den başlayarak ayağı kaydığında, günün birinde o rolü yeniden üstlenecek duruma gelmesi daha zor olacaktır Suriye’yle düşen jet nedeniyle yaşadığımız gerilimli günlerin ardından Dışişleri eski Bakanı Yaşar Yakış soruları yanıtladı:
– TSK’nın bu hafta yaptığı açıklamalar sonrasında siz Suriye’nin Türk uçağını düşürmesiyle ilgili ne anladınız? Nasıl düştü bu uçak?
Ben de sizden daha fazla bilgi sahibi değilim ama izlenimim şu: Bizim makamlarımız her şey ortaya çıktıktan sonra meseleyi açıklamayı tercih ediyor. Yüzde yüz emin olmadan ortalığa eksik bilgi sürmek istemiyorlar ki doğrusu da budur. Çünkü uçağımızın Suriye tarafından uluslararası hava sularında vurulmuş olması bir suçtur.

MOSKOVA ZİYARETİ ÖNEMLİ
– Bugün hala basın olarak ‘Bu uçak nasıl düştü?’ diye soruyoruz. Süreci biraz kötü mü yönettik?
Kafa karışıklığı normal. Çünkü uçağın enkazı denizin derinliğinde. Belki Başbakanımızın Rusya’ya yapacağı ziyaret, bu sorunun cevabına biraz daha açıklık getirecek. Anladığım kadarıyla radar kayıtları birbiriyle örtüşmüyor. Çünkü bizim radar kayıtlarımızda Türk uçağı Suriye sahasına bir an girip çıkmış görünüyor. Ondan sonrası belirsiz. Belirsizliğin giderilmesi için de Türkiye’nin önce Rusya ve sonra belki İngilizlerin Kıbrıs’taki Dikelya Üssü’ndeki kayıtları isteyip karşılaştırma yapması uygun olacaktır.

– STRATİM’in web sitesinde bir anket gördüm dış politikayla ilgili. Dışarıda nasıl algılanıyor Türkiye’nin Arap Baharı sonrası dış politikadaki yaklaşımı?
Arap Baharı’nın gerçekleştiği her ülkede Türkiye’nin tutumu ufak nüanslarla birbirinden ayrılıyor. Suriye’yle ilgili gelişmeler bütün bunların hepsinden farklı bir şekilde cereyan etti.

HAMA KATLİAMI’NDA ORADAYDIM
– Nedir farkı Suriye’nin?
Suriye’deki durumun ötekilerden çok daha karmaşık olduğunu kabul etmek lazım. Orada 4 yıl görev yaptım. 80-84 arasında, 30 yıl önce yaşanan Hama Katliamı sırasında oradaydım. Dün yapılan katliamın vuku bulduğu yerde 30 yıl önce olanları gözlerimle gördüm. Katliamdan bir hafta sonra Hama sokaklarını dolaştım, insanların nasıl bir vahşete maruz kaldıklarını gördüm. Bir mahalleye tek bir Müslüman Kardeşler Örgütü militanı sığındı diye bütün mahalleyi bombaladılar. Suriye’nin koşullarını, o karmaşıklığı bilmezsek dış politikamızı elimizdeki bilgilere göre uygularız. Başından beri Suriye’nin farklı olduğunu ve gelişmelerin öteki ülkeler gibi cereyan etmeyebileceğini söylüyordum ve maalesef tahminim doğru çıktı.

– Yanlış mı yaptık yani?
Hayır, Türkiye Suriye’de doğru olanı yaptı. Yani halkla ülkeyi yöneten diktatör arasında bir zıtlaşma olunca, doğru yanda yer aldı. Soruyu şöyle sormak lazım: Türkiye bu işi Esad’la bütün köprüleri atacak noktaya getirmeden de yapabilir miydi?

– Yapabilir miydi sizce?
Evet, bu mümkündü. Suriye’de şimdiki yönetimin tabanı, nüfusun yüzde 8-10’u teşkil eden Alevilerden oluşuyor. Yüzde 12 kadar da Hıristiyan vardır, onlar çoğu zaman azınlık psikozu içinde Alevilerle birlikte hareket ederler. İkisi birlikte yüzde 20 eder. Nüfusun geri kalan yüzde 80’i Sünni. Dolayısıyla demokratik bir seçim yapıldığında bu yüzde 80’lik kitle iktidara gelecektir ve o tarihe kadar Esad’ın yaptığı zulmün hesabını pek tabii ki soracaklardır. Esad, yanlış bir değerlendirme yaparak bu riski göze alamadı. Ayrıca Esad’ın etrafındaki Baasçılar da, çıkar çarklarının bozulmaması için Esad’a ‘Aman, terk etmeyelim’ diye telkinde bulunuyor. Bu nedenle bizim telkinlerimize uymaları çok zor. Orayı bilen biri olarak, ne yapacak idiysek sessiz diplomasiyle yapıp, Esad’la köprüleri atmaksızın süreci yönetmek daha uygun olurdu diye düşünüyorum.

ANNAN ‘MÜZAKERE’ DİYOR
– Türk dış politikasının Suriye konusundaki hatası ‘Esad’la köprülerin atılması’ diye mi görüyorsunuz?
Hata demeyeyim ama oyun kurucu olma imkanını elimizden kaçırdık. Şimdi o rolü İran’la Rusya oynuyor. Annan’ın planının esası müzakere yoluyla çözümdür. Burada Annan, muhalefetteki fraksiyonların kendi aralarındaki müzakereyi değil, Esad’ı da çözümün bir parçası yapmaya çalışan bir müzakereyi kastediyor. Dolayısıyla uluslararası camianın ana akımı şu veya bu ölçüde bir oydaşmaya varmış görünüyor. Bu çerçeve Türkiye’nin beklentilerini karşılamıyor olabilir ama bundan uzaklaştığımızda yalnız kalabiliriz.

– ‘Oyun kuruculuğu’ kaybettik dediniz. Buna Ortadoğu da dahil midir?
Birbirine bağlı şeyler ama asıl zihnimdeki Suriye içindi. Eğer Suriye’de oyun kurucu olma gücünü kaybedersek Ortadoğu’da da kaybederiz. Türkiye, Ortadoğu’da bir bölgesel güç olma istikametinde adımlar atan bir ülkedir. Ama Ortadoğu’da biri İran, diğeri de Mısır olmak üzere Türkiye’nin çok güçlü rakipleri var. Türkiye, Ortadoğu’da bu büyük aktörlerle rekabet halinde. Onun için Suriye’den başlayarak ayağı kaydığı zaman günün birinde o rolü yeniden üstlenecek duruma gelmesi daha zor olacaktır.

BÜTÜN YUMURTALARI AYNI SEPETE KOYAMAZSINIZ
– Siz ne düşünüyorsunuz peki Esad’ın geleceği ile ilgili olarak?
Ben Esad’ın düşmesi meselesini deprem tahminine benzetirim. Önümüzdeki üç gün içinde de gerçekleşebilir, otuz yıl içinde gerçekleşmeyebilir de. ‘Bahse girer misin?’ diye sorsanız, girmem. Çünkü uluslararası politikada bahse girmek diye bir kavramın yeri yoktur.

– Esad kesin gidiyor diye görmüyorsunuz anladığım kadarıyla, öyle mi?
Diplomaside çok temel bir kural vardır: Yumurtaların hepsini aynı sepete koymayacaksınız. Eğer yumurtaların hepsini Beşşar Esad’ın kısa bir zamanda düşeceğini varsayan sepetin içine koyarsak, bunun sonucu şu olur: Kısa zamanda düşebilir ve onun nimetlerinden yararlanabilirsiniz. Ama bu iş uzun zamana yayılırsa, Türkiye-Suriye ilişkileri bundan zarar görür. Kürt boyutu var, PKK boyutu var, Ortadoğu’ya olan ticaretimiz boyutu var. Öte yandan şu sıralarda çok daha önemli dış politika sorunlarımız var. Benim kanaatimce en önemli dış politika sorunumuz Kıbrıs sorunudur, Ermenistan ile ilişkilerdir. İç politikada en önemli sorunumuz PKK’dır. Bu öncelikli konular gündemimizde dururken enerjimizi başka alanlarda tüketmememiz gerekir. Üstelik şu sıralarda ekonomik büyüme açısından çok güzel bir rüzgar yakalamış durumdayız. Bu başarımızı olumsuz yönde etkileyecek konuları gündemimizden uzak tutmaya çalışmamız gerekir. Suriye pek tabii ki dostumuzdur. Türkiye’de kimsenin benim kadar Suriyeli dostu yoktur. Binlerce insan tanıyorum. Bunların önemli bir bölümü ile ilişkilerimi halen sürdürüyorum. Pek tabi iki orada olan her şeyden üzülürüm ama Türkiye’nin kendi öncelikleri dururken başka konuları onun üstüne çıkarmanın doğru olmayacağı görüşündeyim. Şimdi günde 200 kişi ölüyor ama Esad sonrası 500 kişi de ölebilir

– Bu süreçte Barzani, Suriyeli Kürtlerle görüştü ve Esad yönetimine karşı ortak hareket etme kararı almışa benziyorlar. Suriye parametrelerinde bu birlikteliğin çıkaracağı ses ne kadar büyük?
Muhalefet çerçevesinde çok önemli. Suriye’de 15 kadar Kürt partisinin şu anda faal olduğunu biliyoruz. Fakat bunlardan 2’si büyük parti. Suriye’deki herhangi bir denklem için ‘olmazsa olmaz’ olarak niteleyebileceğimiz partiler. Bunlardan biri PKK’yla çok yakın işbirliği halinde ve rejimle birlikte hareket ediyor. Öbürü Barzani’ye daha yakın bir parti ve muhalefetin içinde yer alıyor. Yalnız Kürtlerin K. Irak’ta ortaya koydukları bir tavır var. Mesela Türkmenler, Şii Türkmense Şiilerle birlikte oy verdi; Sünni Türkmenlerse Sünnilerle birlikte oy verdi. Kürtler ise Şii de olsalar Sünni de olsalar Kürt kimliği mevzubahis olduğu zaman öteki mülazaları bir tarafa bırakarak, Kürt kimliği istikametinde oy vermeyi başarmışlardır. Bunu Suriye’de de yapabileceklerini düşünüyorum. Suriye’deki nüfusun yüzde 10’u Kürtlerden oluşuyor. Tabii şimdiye kadar konuştuklarımız hep ‘Esad gitsin’ varsayımına dayanıyor. Ama Esad gittikten sonra ne olacak meselesini de düşünmeye başladığımız zaman orada daha karmaşık bir senaryo ortaya çıkıyor.

– Ne bekliyor Suriye’yi Esad sonrasında?
Öteki Arap Baharı ülkelerinden farklı olarak, Suriye’de rejimin yani siyasi kadronun, ordunun, polis teşkilatının ve istihbarat örgütünün kaderi birbirlerine çok daha sıkı bağlı. Biri düşerse hepsi birden düşecektir. O zaman ülkeyi ayakta tutan unsurlar çökmüş olacak. Sadece Ulaştırma Bakanlığı, Gümrük Bakanlığı ve Tarım Bakanlığı’yla ülke yönetilmez. Askeriye, siyasi klik, emniyet ve istihbarat bunlar çöktüğü zaman onların yerine işleyebilir bir mekanizma konulamazsa ülkenin kaos içine düşmesi kaçınılmaz olacak. Şimdi günde 200 kişi ölüyor, o zaman günde 500 kişi ölmeye başlayacak. Bu kaos ortamı içinde bir otonomi arayışı içine girmeye en hazır kesim de Kürtlerdir. Ülkenin kuzey doğusunda Kamışlı şehri vardır. Kamışlı, bizim Nusaybin’le bir şehrin iki mahallesi gibi iç içe geçmiştir. Dolayısıyla orada bir Kürt otonom bölgesi oluşursa, Türkiye’nin o otonom bölgeyle nasıl geçineceği önemli. Bunun içinde PKK’lı unsurların da aşağı yukarı yarı yarıya rol aldığı bir otonom bölgeden bahsediyoruz. O zaman Türkiye’nin PKK ile mücadelesi biraz daha zorlaşabilir.
TÜRKİYE’NİN ARAP BAHARI SİYASETİNİ HALKIN YÜZDE 38’İ ONAYLAMIYOR
YAŞAR Yakış’ın başkanlığını yürüttüğü STRATİM’in web sitesinde ‘Türkiye’nin Arap Baharı’na yönelik siyasetini onaylıyor musunuz?’ diye bir anket yer alıyor. Dün itibarıyla bu ilginç anketi en son kontrol ettiğimde katılımcıların yüzde 32.4’ü ‘Evet, onaylıyorum’, yüzde 24.8’i ‘kısmen onaylıyorum’, yüzde 38.1’i ‘Hayır, onaylamıyorum’, yüzde 4.8’i de ‘Bilmiyorum’ yanıtını vermişti. (aksam)

Yazar Hakkında

Benzer yazılar

Yanıt verin.

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.