Fransa Büyükelçisinin Konuşmasının Türkçe Tercümesi

Sayın Bakan, Sevgili Yaşar,
Değerli hanımefendi,
Sayın Bakanlar,
Sayın Milletvekilleri,
Sayın Büyükelçiler,
Sevgili dostlar,

Sayın Yaşar Yakış’ın Légion d’Honneur nişanı “Officier” mertebesiyle taltif edilmesi vesilesiyle sizleri Fransa Büyükelçiliği rezidansında ağırlamak benim için büyük bir mutluluk. Sevgili Yaşar, kat ettiğiniz sıra dışı yaşam güzergâhınız karşısında saygıyla eğilmekten bilhassa mutluluk duyuyorum.

Meslek yaşamınıza değinmeden önce, aileniz, arkadaşlarınız ve özellikle Türk dostlarınız nezdinde, bu törenin ve bu nişanla taltif edilmeniz için seçilen bu tarihin önemini vurgulamama izin veriniz. Tarih olarak bugünün seçilmesi asla bir tesadüf değildir, ki büyük bir tarih meraklısı olarak, sevgili Yaşar, sizin de kuşkusuz hoşunuza gidecektir. Légion d’Honneur nişanı en üst düzeydeki Fransız madalyasıdır ve layık görüldüğü kişinin olağanüstü özelliklerini ödüllendirir. Bugünün tarihi sembolik bir değere sahiptir, zira bu nişanı ilk olarak vermeye başlayan Napolyon Bonapart’ı anmamızı sağlıyor. Napolyon Bonapart 2 Aralık 1804’te Fransızların kutsal imparatoru oldu ve bir sonraki yılın 2 Aralık günü ünlü Austerlitz zaferini kazandı.

Sevgili Yaşar Yakış,
Karadeniz kıyısındaki Akçakoca’da, Romalıların eski ve efsanevi eyaleti Bithynia’da doğdunuz. Bu bölge, Ankara’dan İstanbul’a giderken çoğunlukla fazlaca hızlı geçtiğimiz, vadilerle, ormanlarla ve yükseltilerle bir mozaik gibi işlenmiş, olağanüstü güzelliktedir. Yokluk içinde büyüdünüz. Öğreniminize devam edebilmek için kahvelerde garsonluk ya da gece resepsiyon memurluğu yaptınız veya tüm Türklerin haklı gururu olan lezzetli fındıkları toplamak için babanızın tarlasında çalıştınız. Başarılarınızı, en erken yaşlardan itibaren kendinize borçlusunuz. Bu gönüllülüğü, bu çalışma aşkını o zamandan bu yana, tavsiyelerinizden yararlanmak ya da şöyle ufak bir yardım istemek için size gelen herkesin karşısına koydunuz : «Sen kendine yardım edersen, Tanrı da sana yardım eder».

On iki yaşınızdayken size devlet parasız yatılı okulunun kapılarını açan sınavda başarılı olmanızın, ailenizde büyük bir tartışma yarattığı söyleniyor. Gerçek bir otorite sahibi olan babaanneniz, bir marangozun yanında meslek öğrenmenizin faydalı olacağını ve böylece çok para kazanmasanız bile «iyi bir konuma» geleceğinizi düşünmekteydi. Okuma yazma bilmediği halde bilgiye büyük saygısı olan babanız ise farklı kişilere danışmayı tercih etti. Bir öğretmen ona, bu şansı değerlendirmesini ve sizi parasız yatılı okula vermesini salık verdi. İleriyi gören bu öğretmenin, kendilerine çok şey borçlu olduğunuzu söylediğiniz kişilerden ilki olduğunu biliyorum. Böylece, Osmanlı hanedanının köklerinin bulunduğu Bilecik şehrinde okumak üzere Akçakoca’dan ve ailenizden ayrıldınız. Parlak bir öğrenci olarak lise öğreniminize daha güneyde, 17. yüzyılda Osmanlı seramiklerinin «başkenti» olan İznik’in mirasçısı Kütahya’da devam ettiniz.

İşte bu yıllar boyunca Fransızcanızı ilerlettiniz. Dilimizle ilk olarak on bir yaşındayken, Akçakoca’da koyunlara çobanlık yaparken tanışmıştınız. Havalar sıcak olduğunda koyunlar otlamıyordu ve siz onları bırakıp genç bir Galatasaray Lisesi öğrencisi tarafından verilen dersleri dinlemeye gidiyordunuz. Bu bir dili ilk öğrenişiniz değildi. Lazcanın anadiliniz olduğunu ve dört yaşınızdayken Türkçe konuşmadığınızı hatırlatmama bilmem gerek var mı? Ortaokul ve lise yıllarında, kendisine çok şey borçlu olduğunuz Bosna-Hersek göçmeni bir başka öğretmenin metotları sayesinde ve aynı zamanda, karşılığında kendilerine Türkçe öğretmeye çalıştığınız Fransız ve Belçikalı üç genç kızla mektup arkadaşlığı yaparak Fransızca öğrenmeye devam ettiniz. O genç kızların bugün Türkçe konuşup konuşmadıklarını bilmiyoruz ama siz Fransızcaya çok hızlı hâkim oluyorsunuz. Hem de ne hâkimiyet! Öyle ki, uzun bir zaman boyunca sizin «gerçek» bir Galatasaraylı olduğunuzu sandım. Türkiye Büyük Millet Meclisi’ndeki makamınıza yaptığım ilk ziyareti daima hatırlayacağım. 2007 sonbahar aylarında Ankara’ya gelişimden kısa bir zaman sonraydı. Bir konuyla ilgili olarak, (her Fransız’ın kolayca kullanamayacağı hukuki bir terim kullanarak) birdenbire Türkiye’nin “dava ikame etmede” tereddüt göstermeyeceğini söyleyiverdiniz! Daima olağanüstü bir nezaketle büyük vakit ayırdığınız Fransız ziyaretçilere, Fransa’nın tarihi, Fransa Cumhuriyeti tarihi ve hatta Cumhuriyet öncesi tarihi ile Fransa Anayasasında yapılmış çok sayıdaki değişiklikler üzerine derin bilginizi gösteriyorsunuz. Kendinize özgü didaktik anlayışınızla, Türk siyasetinin herhangi bir safhasını Fransız tarihinin diğer bir safhasıyla karşılaştırdığınız bir akşam yemeğini hiç unutmuyorum. Fransızcanın dil formüllerini de çok iyi biliyorsunuz ve Türkçeye özgü dil imgelerini Fransızcaya uyarlıyorsunuz. Ve Fransa’da süren Avrupa konulu tartışmalardan söz ederken sık sık «başındaki tacın kralı bilge kılmasını» dilediğinizi söylersiniz.

Fransızca bilginiz Galatasaray Lisesi öğrencilerine kafa tutmanızı sağladı ve Kütahya’da üniversite giriş sınavlarında parlak bir başarı elde ettiniz. Tıp Fakültesi’ne girecek kadar yüksek bir puan almışken, siz, ülkenize hizmet eden tüm büyük kişilerin zamanında öğrenim gördükleri, «en seçkinler tabakasını» yetiştiren Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’ne girmeyi tercih ettiniz. Bursunuz yoktu ve öğreniminizi devam ettirmek için okul dışında, önce bir otelde resepsiyonculuk yaptınız, daha sonra da Türkiye İşçi Sendikaları Konfederasyonunda çalıştınız. Hatta Fransızca bilginize faydalı olsun diye eğitiminize iki yıl ara vererek, bir Fransız şirketi tarafından inşa edilen bir radar şantiyesinde öğreniminizi finanse edebilmek için tercüman olarak çalıştınız. Öğreniminize verdiğiniz bu ara, üniversiteyi parlak bir şekilde bitirmenize engel olmadı ve 1962 yılında en prestijli devlet kurumu olan Dışişleri Bakanlığı’na girdiniz.

Zira Akçakoca’daki parlak öğrenciyi bulup değerlendiren bu devlete hizmet etmeye karar vermiştiniz, hem de nasıl! Genç bir meslek memuru iken, kırk yıl sonra Dışişleri Bakanı olacağınızı büyük olasılıkla bilmiyordunuz.

Bakanlığa girişinizden bir yıl sonra, iki senelik zorunlu askerlik görevine başladınız. Genelkurmay’da hizmet vermek yerine, saha üzerinde çalışmak üzere gönüllü şekilde yedek subay olarak Ermenistan sınırına gittiniz. Ve bu son derece fakir bölgede, öte yanında demir perde ülkesi SSCB’nin bulunduğu bir sınır karakolunun sorumlusu olarak Türkiye’nin doğusunun gerçeklerini gördünüz. Derinden etkilendiğiniz bu insani tecrübe sonrasında, sizi sırasıyla Anvers, Lagos, NATO Savunma Koleji, Roma ve sonrasında Şam’a, sizi büyüleyen ve kariyerinizin esasını oluşturacak bu Arap dünyasına götüren parlak kariyeriniz başladı. Tüm bu farklı şehirlerde dolaşırken evlenmek için de vakit buldunuz. 1977’de Brüksel’de doğan kızınız Bilkent Üniversitesi’nden mezun olduktan sonra Oxford’a yerleşti. Kızınızın, sizin için ne kadar büyük önem ifade ettiğini ve kendisiyle ne derece gurur duyduğunuzu söylemeye bilmem gerek var mı?

1988 yılında, Romalı coğrafyacıların, Aden Boğazı’nın o zamanlar nerdeyse sakin akan sularıyla yıkanan «Mutlu Arabistan»’a karşılık «Arap Çölü» diye adlandırdıkları bölgenin merkezindeki Riyad’a Büyükelçi olarak atandınız. Bu güzel çölde verimlilik sağlamayı, durmaksızın çalışarak Türkiye-Suudi Arabistan ilişkilerini ilerletmeyi başardınız. Bu çabalarınız, Kral Fahd tarafından size tevdi edilen bir nişanla ödüllendirildi.
1992 yılında Ankara’ya dönme vakti gelmişti. SSCB’nin düşüşü ve yeni bağımsızlıklar dalgası ile Türkiye’nin önünde tümüyle yeni bir ufuğun açıldığı bir anda ekonomik işlerden sorumlu Müsteşar yardımcısı olarak atandınız. Bu aynı zamanda, Turgut Özal tarafından 1980’li yılların ortalarından itibaren başlatılan liberalleşme reformlarının ilk faydalarının da görüldüğü bir andı.

Daha sonra Kahire Büyükelçisi olarak atandınız. Önce Osmanlı İmparatorluğu’nun daha sonra da Türkiye’nin istisnai bağlar kurduğu Mısır’daki bu görev sizi en derinden etkileyen görev oldu. O Mısır ki, iki yüzyılı biraz aşkın bir süre önce, Napolyon Bonapart’ın seferi nedeniyle kançılaryalarımız arasında ilk ciddi diplomatik krize neden olmuştu. Bonapart bu krizi, kendi Dışişleri Bakanı Talleyrand’ı Bab-ı Âli nezdinde Büyükelçi olarak atayarak çözümlemeyi düşünmüştü. Bu noktada, uzun vadeli çalışmalar yapan biz diplomatlar için üzerinde düşünmemiz gereken bir konu bulunuyor: Bu kriz, Fransa-Türkiye arasındaki uzun diplomatik tarihle karşılaştırıldığında «yalnızca bir an» sürdü. Olaydan en fazla on yıl sonra, Bonapart’ın Pont d’Arcole meydan savaşındaki en iyi silah arkadaşlarından olan General Sebastiani Büyükelçi olarak atandı ve Sultan III. Selim’in dostu oldu, hatta 1807’de, İngilizlerin bir saldırısına karşı İstanbul’u başarıyla savundu!

Kahire’den sonra Viyana’ya gittiniz ve orada Birleşmiş Milletlerde Türkiye’yi temsil ettiniz. Olağanüstü hatıralarla dolu bir kariyerden sonunda 2001 yılında emekli oldunuz. Fındık tarlalarınızın ortasında güzel bir ev inşa ettirmeyi ve Hacettepe veya Bilkent gibi üniversitelerde Türkiye’nin dış politikasıyla ilgili dersler vermeyi hayal ediyordunuz. Fakat kader ağlarını başka şekilde ördü. Riyad Büyükelçisiyken İslam Kalkınma Bankası danışmanı olan Abdullah Gül ile tanışmıştınız. Kendisi, diğerleri ile birlikte yeni bir siyasi partinin kurulması için çalışıyordu ve size kurucu üyelerden biri olmanızı önerdi. Recep Tayyip Erdoğan, Hüseyin Çelik, Murat Mercan ve diğerleriyle birlikte Parti programının kaleme alınmasına katıldınız. Sıra, uluslararası konularla ilgili başlığın kaleme alınmasına geldiğinde onların size güvenleri tamdı. Bir gecede yazdığınız fasıl, AK Parti’nin dış politika programı haline dönüştü. Bu program daha sonra AKP, 2002 yılı Kasım ayında gerçekleştirilen erken seçimlerde, koalisyon hükümetlerinin uzun tarihine bir son vererek büyük bir başarıyla sandıktan çıktığında hükümetin programı olacaktı. Dolayısıyla 2002 yılında doğal olarak, kaleme aldığınız programı uygulamaya koymak üzere Dışişleri Bakanlığına getirildiniz. Böylece kariyerinizle, birçok başka kurumda olduğu gibi Türkiye Büyük Millet Meclisinde de yaygın olan, «diplomatların siyasette başarılı olmadıklarına» dair inancı naksettiniz. Bir sonraki Mart ayına kadar Dışişleri Bakanlığı görevinde kaldınız ve daha sonra 2007 yılında Türkiye Cumhuriyeti’nin 11. Cumhurbaşkanı olacak Sayın Abdullah Gül’e görevi devrettiniz. Bakanlık tecrübeniz sizde doğal olarak büyük hatıralar bıraktı: Sonraki aylarda, Amerika Birleşik Devletleri ile müzakerelere girişip onları Irak’ın işgal etmekten caydıramadığımız sıralarda, Türkiye ve Fransa, sıklıkla olduğu gibi, aynı savaş karşıtı cephede yer alıyorlardı. Avrupa Anayasası’nın müzakere edildiği Kurultay’da Türkiye’yi temsil ettiğiniz sürece yaptığınız müdahalelerle sık sık tam isabet kaydediyordunuz.

Son derece prestijli Avrupa Birliği Uyum Komisyonu kurulur kurulmaz başına getirildiniz ve Avrupa Birliği ile yakınlaşmanın «gözcüsü» haline geldiniz. Bu son derece önemli bir anda gerçekleşti: 2004 Aralık ayında gerçekleşen Avrupa Birliği Konseyi toplantısı; 3 Ekim 2005’te müzakerelerin başlatılması. Böylece, Türkiye’nin belirgin şekilde değişmesine katkıda bulunacak reformlar paketinin yılmaz avukatı oldunuz. Aynı zamanda, Türkiye’nin mesajlarını ve projelerini hiç bıkmadan savunmak için tüm dünyayı dolaştınız. Fransız televizyon kanallarının müdavimlerinden biri oldunuz.

Olağanüstü çalışma hayatınız boyunca, Fransa’nın temsilcileriyle daima ilişki içindeydiniz, fakat tayinlerdeki terslikler öyle icap ettirdi ki, Fransızcanız mükemmel olduğu halde ne tamamen Fransızca konuşulan bir ülkede, ne de Fransa’da görev yaptınız. Ne var ki, Fransa siyasi çevreleri ve parlamenterleri üzerine bilginiz sayesinde sizi, Ocak 2008’den bu yana TBMM Türkiye-Fransa Dostluk Grubu Başkanı olarak görme şerefine nail olduk. Bu Grup’un başında sizden önce bir diğer büyük Başkan, eski çalışma arkadaşlarınızdan Sayın Şükrü Elekdağ bulunuyordu. Fransa’nın Avrupa Birliği Dönem Başkanlığı öncesinde ve karışık bir ikili ilişkiler ortamı içinde, Fransız Bakanları, parlamenterleri ve şahsiyetleri, Türkiye’nin Avrupa konusundaki tutumları ve iddiaları ile ilgili olarak ikna etmek için durup dinlenmeyen bir çalışma içine girdiniz. Özellikle COSAC (Avrupa Birliği İşlerinde Uzmanlaşmış Organlar Konferansı) çerçevesindeki çalışmanız Fransız meslektaşlarınızın büyük saygısını kazandı. Bu akşam dört Fransız mevkidaşınızın, yakın zaman önce Fransa’da kendisini ziyaret ettiğiniz Fransa Ulusal Meclisi Fransa-Türkiye Dostluk Grubu Başkanı Sayın Michel Diefenbacher’in, Fransa Senatosu Fransa-Türkiye Dostluk Grubu Başkanı Sayın Jacques Blanc’ın, Fransa Ulusal Meclisi Avrupa işleri Komisyonu Başkanı Sayın Pierre Lequillier’nin ve özellikle de değerli dostunuz, Fransa Senatosu Avrupa işleri Komisyonu Başkanı Sayın Hubert Haenel’in sıcak, samimi ve dostluk dolu tebriklerini size iletmek istiyorum.
Türkiye’de, ilişkilerimizin tarihi derinliğini ve stratejik olarak uzun vadede düşünmenin gerekliliğini belirterek, hangi zorluklar yaşanırsa yaşansın, dostluğumuzun ve bu dostluğun derinleştirilmesinin savunucususunuz. Özellikle, ülkelerimizin her alanda birbirine son derece yakın menfaatlerini düşünerek krizleri dramatik hale gelmekten kurtarıyor, tartışmaları sakinleştiriyorsunuz. Fransa’daki Türkiye Mevsimi’nin ateşli savunucusu olarak, geçtiğimiz Temmuz ayında, Türkiye Mevsimi’nin başlatılması için Fransa Senatosu’nda gerçekleştirilen, “İstanbul Fotoğrafları Sergisi”nin açılışında Senato Başkanı Sayın Gerard Larcher’nin yanındaydınız. Fransa’daki Türkiye Mevsimi çerçevesinde, bir Türk Cumhurbaşkanı tarafından 10 yıl aradan sonra Fransa’ya gerçekleştirilen ilk resmi ziyaret esnasında, 8 – 10 Ekim tarihleri arasında Cumhurbaşkanı Sayın Abdullah Gül’ün yanındaydınız. Tüm bu yıllar boyunca, Türkiye’ye görevli olarak gelen Fransız parlamenterlere çalışma arkadaşlarınızla birlikte daima gösterdiğiniz olağanüstü evsahipliği sayesinde görüş alışverişlerinde bulunma imkânlarını ne derece çoğalttığımızı ifade etmek istiyorum.

Çalışmanız, adanmışlığınız ve kişiliğiniz ile Fransa için ve Fransa’nın Türkiye Büyükelçisi olarak benim için, ülkelerimiz arasında mükemmel bir asist oyuncususunuz.
İşte tüm bu nedenlerle, bu olağanüstü mesleki kariyer için, Türkiye’nin Fransa ile ilişkilerindeki menfaatleri hizmetinde bu kendini adamışlık için, Nişan’ın Büyük Ustası olan Fransa Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı, biraz önce saydığım tüm üstün niteliklerinize duyulan minnettarlığın ifadesi olarak sizi bu önemli madalya ile taltif etmeye karar vermiştir.

Yaşar Yakış, Cumhurbaşkanı adına ve bize verilen yetkilere dayanarak, sizi Légion d’Honneur nişanının «Officier (Subay)» mertebesiyle taltif ediyoruz.

Yazar Hakkında

Benzer yazılar

Yanıt verin.

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.